Öncelikle bilinmesi gereken en önemli husus, Ortadoğu’ da  mezhep siyaseti uygulayan ülkelerin hareket alanları daralır. Maalesef, AKP ile Türkiye Ortadoğu’da sürekli birbirine zıt veya aynı hataları tekrar etmekte. Bölgedeki dengeleri PKK karşıtlığı üzerinden okuyacağına ve dizayn etmeye çalışacağına tam da çıkarlarımıza aykırı bir şekilde politikalar uygulamakta.

Örneğin Katar hususu. Katar hem Mısır’daki yönetim muhalifi Müslüman Kardeşler hem Hamas hem de İran ile yakın bir ülke. Baktığınız da Türkiye’de hem Hamas hem de MK ile yakın ama mezhep farklılığı nedeni ile İran’a uzak duran bir yapıda. İran, Suriye’de Esad rejimini desteklerken, MK önderliğindeki muhalefete karşı. İran sünni radikal İşid’e de karşı. Türkiye de İşid’e karşı ama Esad yönetimine de düşman. Katar ise mesafeli de dursa İşid’e de çok da uzak olmayan bir ülke.  Bu itibarla, Katar dışarıdan gelen baskılar nedeniyle geri adım atıp S. Arabistan'ın dikte ettiği çizgiye dönerse Türk hükümetinin mevcut politikalarında yalnız kalması söz konusu olacaktır.

Gelelim Katar’a. Katar aslında 'likifiye doğalgaz' ülkesidir. Likifiye ise  doğalgazın likit hale getirilmesi demektir. Katar tüm dünyanın yüzde 30 ihtiyacını satan bir 'likifiye doğalgaz' devidir. Çok zengin sanılan Katar’ın dış borcu ise 2016'da 159.2 milyar dolar düzeyindedir. Peki bu sorun nereden çıktı: S. Arabistan’daki ABD-Körfez Ülkeleri ile ABD-İslam ülkeleri zirveleri, terörle mücadele vurgusu ile sonuçlanmıştı. Hamas’ın sürgündeki liderlerine Suriye sonrası ev sahipliği yapan ve MK’ya yani İhvan’a da destek olan ve en önemlisi de Vahabi Suudi yönetiminin başdüşmanı İran ile yakın ilişkiler içinde olan Katar (örneğin Yemen'de İran destekli Husi militanlarına verdiği destek), S.Arabistan’ın, ABD desteği çerçevesinde bölgede kendi gücünü ve siyasetini belgelemek istemesinin kurbanı olmuş durumda. Hatta Katar’ a konulan ambargonun ardından İran'da IŞİD saldırısının meydana gelmesi de dikkat çekicidir. Birde Katar, El Cezire ve diğer yayın organları vasıtasıyla Suud rejimini ciddi biçimde rahatsız etmektedir.

Bunlardan başka, Katar Yemen'e müdahale eden Arap koalisyonundan da çıkarıldı. İran Dışişleri Bakanı'nın bu olaylar üzerine apar topar Türkiye'ye gelmesi de dikkat çekici bir konu olmuştur. Bu arada ne gariptir ki 2012 yılında ise Katar'ın da ön aldığı bir grup Arap ülkesinin girişimiyle Müslüman Kardeşler örgütünün istediği şekilde Suriye, "Arap Birliği"nden çıkarılmıştı. Diğer taraftan diğer bir çelişki de şu anda Katar'la ilişkilerini kesen başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin özellikle Suriye'de Esad yönetimine karşı mücadele eden sözde ılımlı muhalif grupları ve hatta içinden IŞİD'in çıktığı El Kaide’ yi (şimdilerde El Nusra) desteklemiş olmalarıdır. Yani Katar ile Katar'ı suçlayan ülkelerin aslında birbirlerinden hiç farkları yoktur.

İşte bu nedenlerle, Katar üzerinden gelecek yeni baskı ve sıkıştırmalarla Türkiye'yi zor günler beklemektedir. Bütün bunların nihai hedefi de Ortadoğu'da yeni düzenlemeler yapıldığı bugünlerde Türkiye’yi tamamen saf dışı bırakmak isteğidir. Dolayısıyla hem Katar'ı yola getirmek ve İran'a mesaj vermek, hem Katar krizinin yaratacağı asıl etkilerin Türkiye'ye zararı olacağından hareketle Türkiye'nin hareket serbestisini daha da azaltmak ve özellikle Suriye politikasını açmaza sokmak, hem de İran karşıtı Sünni ittifakı güçlendirerek Suriye'de harekete geçmesini sağlamak Körfez'deki Katar krizinin ana hedefleri olarak ortaya çıkmaktadır.

İran ise bölgede, Şiilik etrafında bir ittifaklar ağının kurucusu ve yönlendiricisidir. Tahran'ın, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen üzerinde ciddi bir nüfuz elde ettiği biliniyor. Obama dönemi İran’nın şii ekseni üzerinde güçlenmesi de ayrı bir muamma. Trump ise İsrail’in kontrolünde İran hegemonyasını kırmak istiyor.

Hiç kuşkusuz Katar'a yönelik Arap tavrının arkasında ABD varsa önünde de İsrail vardır. Nitekim İsrail Savunma Bakanı, Katar ve bazı Arap ülkeleri arasındaki krizi İsrail için "büyük bir fırsat" olarak nitelemiştir. Liberman, "Katar'la ilişkilerini kesen ülkeler, İsrail'e, Arap ülkeleriyle radikal İslami teröre karşı iş birliği yapmak için büyük fırsat sunuyor. Arap ülkeleri bile bu bölgedeki riskin İsrail değil, terörizm olduğunu anladı. Bu durum iş birliği için fırsat." demiştir.

Netice de biz bu coğrafyadaki politikaları mezhep gözlüğü ile okumaya çalıştığımızdan ne İran’ı ne Suriye yönetimini ne de körfez ülkelerini PKK karşıtı bir yapıya getiremiyoruz. Örneğin, Suriye'de ABD'nin Rakka Operasyonu’nda YPG'yi tercih etmesinin Türkiye'yi Suriye'deki gelişmeler hususunda şimdilik izleyici konumuna sokan gelişmeler, Türkiye'de basın özgürlüğü ve adalet gibi siyaset ve ekonomik durgunluk alanındaki çaresizlikler, gerilimler ve olumsuzluklarla birleşince Türkiye'nin dış politikadaki hareket serbestisinin neden daraldığı açığa çıkmaktadır.