Öncelikle, Kıbrıs meselesinin çözülememesinin temel nedeni Rumların çözümü arzu etmemesi, adayı tamamen kendilerinin görmeleri, Kıbrıs Türkü ile ne adayı, ne egemenliği ne de yönetimi (1975 ve 1977 doruk anlaşmalarının da öngördüğü gibi iki kesimlilik ve iki bölgelilik çerçevesinde) paylaşmak istememeleridir.

Kıbrıs’ta çözüm de Rumların bu zihniyetini değiştirecek adımları atmadan geçer. Sürekli taviz vererek değil. Eğer Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözüm isteniyorsa bırakın toprak vermeyi, toprak almalıyız. Çünkü uluslararası ilişkiler mantığına göre toprak isteme hakkı savaşı kazanan tarafa aittir. Ya da KKTC yi ilhak ederiz. Ucu açık bir de facto durum deriz. Sonuçlarına da katlanırız. Bu kararlılık sonrası ise BM gözetiminde Rumlarla tekrar masaya otururuz.

Peki Cenevre görüşmelerinde ne oldu? Başarı mıydı? Başarısızlık mıydı? Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı ve AKP’liler bir ihanet çemberi içerisinde Kıbrıs Türklerinin hakkını, çıkarını, geleceğini Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades’e peşkeş mi çekti, hem de hiçbir şey almadan. Birde onlara bakalım. Kıbrıs’ta garip bir sol zihniyet vardır. Türkiye lafına bile tahammül edemezler. “Garantör istemeyiz” hatta “ne paranı, ne askerini, ne suyunu” diye haykıran tipler. Rumların gerçek amaçlarının ada da tek bir Türk bile bırakmamak olduğunu yaşayarak öğrenmeden akılları başlarına gelmeyecek bu gafillere aslında gülüp geçmek gerek ya neyse. Nankörlükte, teslimiyette, Rum’a uşak olmada yarışan acayip tipler bunlar. Kişisel çıkarlar uğruna ne Türk olma ruhu kalmış benliklerinde, ne de halkının güvenliği ile esenliğini düşünüyorlar. Hatta Türkiye düşmanlığında sınır tanımıyorlar. Neyse ki topu bir avuca sığar bu meretlerin.

Her neyse, bu zor soruya önce ikili, üç gün sonra garantörlerin katılımıyla beşli bir şekilde toplanan Cenevre Konferansı’nda neler olduğuna bakıp öyle karar vermek en doğru yaklaşım olacak.

Anastasiades garantör ülkeler meselesi gibi görüşülmesi dahi tabu bir konuyu görüşülür yaptı, üstelik hiçbir taviz vermeden…(Ne zaman Akıncı’nın haddini bilmez arkadaşları “Garanti meselesini tabu olarak görmüyoruz, elbette ki bu konu tartışılabilir” dedi, o gün bu alanda golü yedik. Başarı mı, teslimiyet mi, beceriksizlik mi? Siz karar verin. Her ne kadar Erdoğan “Türkiye’nin garantisini içermeyen çözüm olmaz” diye kestirip atsa da gerçek ortada: Garanti sisteminin geleceği görüşülebilinir. Bu, iki toplum lideri ve üç garantör ülkenin temsilcisinin katılacağı beşli konferansın toplanabilmesi, üç garantör ve iki toplum temsilcisin “resmen” bir araya gelmeleri için verilen ve toplantı haricinde başka karşılık alınamayan önemli bir ödün olmuştur.)

Harita vererek Akıncı ilk kez kapsamlı toprak verileceğini, nerelerden verileceğini karşı tarafa resmen iletmiştir. (Şimdiye kadar harita meselesi her şey görüşülüp tamamlanıp, anlaşma sağlandıktan sonra ele alınacağı belirtilmişti hep. Niye böyle idi? Ödün verileceğinin önceden ilan edilmesinin kuzey Kıbrıs’ta bilhassa mal-mülk, yatırım, yerleşim sorunları doğuracağı, üstelik çözüm de kısa zaman içerisinde sağlanmaması durumunda çok vahim sonuçları olabileceği hep tartışılmış, vurgulanmıştı. Nitekim Akıncı da aynı görüşte idi. Ancak, beşli konferans toplanması uğruna, yönetim ve başta siyasi eşitlik, dönüşümlü başkanlık olmak üzere, güç paylaşımı, mal-mülk, adli ve sair konulardaki ciddi sıkıntılar ve görüş ayrılıklarına rağmen önemli toprak tavizi içeren bir harita BM’ye verildi. Bu Kıbrıs görüşme sürecinde, yani 1968’den buyana ilk kez oldu. Bundan önceki tüm planlardaki haritalar hep BM kaynaklı idi.)

Bu harita meselesini biraz açmam gerek. Fazlasıyla detaya gireceğim. Şimdiden kusura bakmayın:

Basına sızan haritalara göre, Rum tarafı, adanın sadece % 20’sini Türklerde bırakacak bir haritayla masaya oturmuştu. KKTC’nin şu an adanın % 34’üne hakim olduğu düşünülürse, bu elbette kabul edilebilir bir taslak değildi. Ancak Rumlar her zamanki taktiklerine başvurmuşlar ve Türk tarafından büyük tavizler isteyerek pazarlığa avantajlı başlamak istemişlerdi. Hedef ise: “Bir orta nokta”da buluşulması durumunda Türk tarafına adanın sadece % 27-28’ini bırakmak. Yani KKTC topraklarının % 25’i boşaltılmasıdır.

Peki Rumlar masaya bu şekilde otururken Türk tarafı ne önerdi? KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın açıklamalarından öğreniyoruz ki, Türk tarafının önerisi ise % 29’muş! Bakalım:“İsviçre’nin Cenevre kentindeki Kıbrıs müzakereleri sonrası basına sızdırılan haritalar gerçeği yansıtmıyor. Bizim ortaya sunduğumuz harita Rahmetli Rauf Denktaş’ın imzaladığı ‘yüzde 29 artı’dır. Bunu Meclisimizdeki tüm partiler de onayladılar. Biz haritamızı bu çerçevede sunduk. Rumların önerdiği harita kabul edilebilir bir harita değil. O haritayı kabul edecek olan bir tek Kıbrıslı Türk yoktur.”

Açık söyleyelim, Mustafa Akıncı büyük bir çarpıtma yapıyor. Denktaş’ın imzaladığı böyle bir harita yok. Denktaş, KKTC topraklarını % 34’ten % 29’a indiren bir haritayı asla imzalamamıştır, imzalamaz da. Sanırım, bahsettiği Annan Planı’ndaki harita, ancak Denktaş, Annan Planı’nı hiçbir zaman kabul etmemişti ve KKTC’deki referandumda da “hayır” için kampanya yürütmüştü. (Üstelik, Annan Planı’nda Türklere bırakılan bölge “% 29 artı” değil % 28.5’ti.). Annan Planı geçsin diye uğraşanlar ise ver kurtulcu AKP ve Ada’daki sol zihniyetdi.

Mesele toprak yüzdesi değil, KKTC’nin yok edilmesi

AKP, iktidara geldiğinden beri Kıbrıs’ta hep taviz veren taraf olmuşuz. O tarihlerde Kıbrıs’ta Denktaş liderliğindeki gerçek milliyetçiler olmasa ve konu AKP’ye kalsa idi KKTC çoktan yok olmuştu. AKP iktidarıyla birlikte “KKTC Türkiye’ye pahalıya mal oluyor. Zaten dünyada hiçbir ülke tanımıyor. Rumlarla anlaşalım” propagandası başladı. Kıbrıs’ın AB üyesi olmasıyla birlikte AKP tezleri de epey yaygınlık kazandı. Rumlara teslim olmanın propagandası “AB vatandaşı olacaksınız” argümanlarıyla yürütüldü. Halbuki KKTC ortadan kaldırıldıktan sonra Kıbrıs’taki Türkleri AB’de mülteci olmanın ötesinde bir gelecek beklemiyor… Açık söyleyelim, KKTC yok olursa, orta ve uzun vadede Kıbrıs’ı terk etmek ve Türkiye’ye kaçmak zorunda kalacaklar…

Bu yüzden Türk tarafının öncelikle KKTC’yi korumak, Türk ve Rum tarafları arasındaki sınırı garantiye almak için çabalaması gerekiyor. Ancak basına sızan haritalardan ve KKTC ve Türkiye temsilcilerinin açıklamalarından anladığımız kadarıyla, bir anlaşma durumunda KKTC ortadan kalkacak, Türk Ordusu Kıbrıs’ı boşaltacak (yani Kıbrıs’taki Türkleri koruyacak bir askeri güç bırakılmayacak) ve Türklere “bırakılan” bölgeye Rumlar % 20 oranında geçebilecek.

Bunun iki sonucu var:

A. Diyelim Kıbrıs Türklerine adanın % 29’u bırakıldı. Bu, Cenevre’de elde edilebilecek en iyi sonuçtu. Çünkü AKP masaya bu oranla oturmuş idi. Rumlarında bu rakamı kabul ettiklerini varsayalım. Böyle bir durumda bile adanın % 29’u Türklerin olmuyor. Cenevre’deki görüşmelerde bir de Kıbrıs Rumlarına “% 20’yi geçmemek kaydıyla” Türk tarafında yerleşme hakkı tanınıyor demiştik. Yani Türk tarafının 5’te 1’i yine Rumlara bırakılıyor. Demek Türklere bırakılacak bölge adanın % 29’u değil, bu rakamın 5’te 1’ini de çıkarırsak, % 23’ü. Üzerine İngilizler de yüzde bir oranında kendi üslerinden toprak verecekler.

B. Rumlar Türk tarafına % 20 oranında yerleştikten sonra, elbette durmayacak. Bu ilk yerleşimi gerçekleştirdikten sonra, yeni anlaşmalarla bu oranı artırmak isteyeceklerini beklemek için kâhin olmaya gerek yok. Kısacası masanın AKP tarafının istedikleri gerçekleşse bile, Türk tarafı elindeki % 34’ten vazgeçip % 23’e razı olmuş olacak. Yani %11’lik bir kayıp.

Yani Türkler elindeki toprakların 3’te 1’inden vazgeçiyor. AKP dönemi, Ege de 13 ada ve Irak ve Suriye ‘de Türkmen bölgelerini kaybettiğimiz yetmezmiş gibi, bir de Rumların adanın çok daha fazlasını istedikleri taslağın kabul gördüğünü ya da en azından “bir orta noktada buluşulduğunu” düşünün. Cenevre’deki ihanetin boyutunu çok daha iyi anlayacaksınız.

Rum tarafının temel yaklaşımının hiçbir şey vermeden, garanti konusunu konuşulur yapmak ve Kıbrıs Türk tarafından harita almak ve süreci “ucu açık” şekilde sürdürmek ve o şartlarda 2018 cumhurbaşkanlığı seçimine gitmek olarak özetlemekte idik hep. Anastesiades bunların tümünü başarmış gibi duruyor…

Sonuç olarak, yaşayan en büyük Türk lideri Rahmetli Denktaş’ a öz vatanında çile çektirenler. “Sen git adan da miting yap burada değil” diyenler. Müsteşar Uğur Ziyal’ın ağzından, New York da hem de BM gözetimindeki müzakere masasında, üstüne Rumların önünde hem de kalp ameliyatından çıkmış hasta haliyle ulusal kahramanı talimatlı azarlayanlar, bunların hesaplarının sorulmayacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Açılacak çok defter var. Bilin istedim.