Öncelikle, 2019 yılındaki YEP’te kamu tasarrufu' konusunda yer alan 'ihalesi yapılmamış ve ihalesi yapılmış ancak henüz başlanmamış yatırım projelerinin askıya alınması' kararıyla ilgili, ihalesi yapılmış projeleri nasıl askıya aldılar hala bir açıklama yapılmadı. Tasfiye Kararnamesi ile çözüm pek mantıklı değildi de. Zaten AKP iktidarlarında devletin yatırım bütçesi yok gibi. Olanı da iptal etmek nasıl bir mantıkdır..
MB ile ilgili hatalara geçmeden önce kur artışına bir bakalım. Artış dönemlerinde, bankaların geri dönmeyen kredileriyle ilgili sorunlar ve şirketlerin döviz kurundaki dalgalanmalar nedeniyle bilançolarında oluşan zararlar fazlalaşır. Bu sorunların çözümünde de bütçeye ek yükler gelir. Üretim maliyetleri artar ve bu yükseliş, üretim fiyatlarını da artırır bu da enflasyonu yükseltir. Enflasyon yükselişi ile beraber enflasyondan arındırılmış faiz yetersiz kalır, bu durumda tasarrufların düşmesine ve bankadaki mevduatın başka yatırım alanlarına kaymasına neden olur. Bu durumda bankalar mevduatlarını korumak için, faizlerini yükseltmek zorunda kalırlar. Birde genel kanı olarak, yükselen dövizin ihracatçıya yaradığı düşünülür. Oysa bu derece hızlı hareket eden bir kur, ihracatçı için de zararlıdır. Çünkü şirketler, böyle bir iklimde önlerini göremez. Kurların yükselmesi ihracata destek, ithalata fren etkisi yapar fakat kurlardaki aşırı oynaklık, hem ihracatçıya hem ithalatçıya sorun oluşturur. Yüksek kur, ithalata bağımlı çalışan şirketler için önemli bir sorundur. İthal girdiye ihtiyacı olan üreticiler, kurların dalgalanmasından olumsuz etkilenir. İhracatımız içinde ithal girdi payının artması nedeniyle de kurlardaki yükseliş ithalatçımızı etkiler. Çok yüksek kurun en önemli riski, kurun kısa sürede sert düşüşler yaşama ihtimalinin artmasıdır. Kur yüksek iken belirli bir fiyat vererek ihracat bağlantısı yapan şirketler, 5-6 ay sonra ödeme günü geldiğinde kurlar sert düştüğünde ciddi zarar ederler. Diğer taraftan kurlar artmaya devam ettikçe bilanço sorunuyla karşılaşılır. Döviz cinsinden yükümlülüklerin artmasıyla borçların TL karşılığı çok artar. Kârlardaki artış borçlardaki kaybın gölgesinde kalır. Yani kurlar düştükçe kâr ya da zarar hesaplan olumsuz etkilenirken, yukarı fırladığında da bilançolar olumsuz şekilde etkilenir. Bu arada, ihracatçı şirketler kur riskini yönetmeye gerekli önemi vermezler. Çünkü kur riskini nasıl hedge edecekleri konusunda yeterli bilgiye sahip değiller. Diğer bir önemli neden de kur riskini hedge etmenin yüksek maliyetli olmasıdır. İlk 500 şirketimizin yüzde 39,9’u forward, yüzde 25,2’si vadeli işlemler, yüzde 13,3’ü opsiyon, yüzde 7,7’si swap kullanarak kur riskine karşı kendini koruyor. Çözüm olarak, tüm bankalar ve B2B siteleri hizmet olarak, bu konularda, ihracatçılarımıza çeşitli hizmetler sunmalıdır. Böylece ihracatçılarımıza farklı enstrümanlarla kur riskini hedge etmenin yolunu açabiliriz.
Peki kurlar neden artıyor;
– Ülkede enflasyon var ise, enflasyon paranın dış değerini düşürür.
– Türkiye ekonomisi ile ilgili riskler son iki yıldır artmaya başlamıştır. Şöyle ki; yüksek borçluluk oranı, cari açık, enflasyon, döviz rezervlerinin azalması, turizm gelirlerinin pandemi nedeniyle azalması, ayrıca politik riskler ve savaş tehlikesi nedeni ile ülkeden döviz çıkışı olmakta fakat önceki yıllarda olduğu gibi döviz girişi olmamaktadır.
- Amerika, Avrupa Birliği, İngiltere, Japonya gibi rezerv para sahibi ülkelerin ekonomileri, Türkiye'den daha iyiye gitmektedir.
- Enflasyon yüksek iken, faizleri düşük tutup, talebi artırıcı ve büyümeyi artırıcı politikalar izleyip, genişlemeci para politikası uygulamak. Faizler artırılırsa zaten kur ciddi olarak düşecektir.
- Yüksek dış ve iç borç geri ödemelerinin yaptığı baskılar,
- Özel sektörün vadesi gelen yüksek dış borç ödemeleri nedeni ile oluşan döviz talebi.
-Finans sektörünün yüksek döviz açık pozisyonları
-Hane halkının da kurlar daha da yükselecek diye dövize olan aşırı talebi
- MB’nin bankalara sağladığı, döviz likiditesi (2020 için öngörülen 50 milyar dolardı)
- MB’nin düşen döviz rezervleri ve yüksek maliyetli swap anlaşmaları
- Sürekli yeni, yepyeni, en yeni, has yeni, öz yeni diyerek açıklanan ve hedefleri tutturamayan, birbiri ile çelişkili ekonomi programlarının artık kimseye güven vermemesi.
Bunlarla birlikte, ülkemizde gayrisafi milli hasılanın oluşumunda; hizmetler sektörünün payı yüzde 62'lere çıkmış, sanayinin payı yüzde 17'lere düşmüştür. Katma değer yaratan üretim söz konusu değildir. Her 100 liralık ihracat için,72 liralık ithalat yapmak gerekmektedir. Ekonomik büyümemiz ve kalkınma için neler yapılması gerektiğini anlattığım bir kitap yazdım. Basılırsa çözümleri oradan okursunuz. Gelelim kur atışının vatandaşa ve reel sektöre olan zararına: Kur yükselişi; benzin ve motorin gibi petrol ve doğalgaz ürünlerinde maliyetleri yükseltir. Bu durum; benzin, motorin, ulaşım ve ısınma giderlerinin yükselmesini beraberinde getirir. Kurlardaki artış, zamlarla birlikte enflasyon oranını yükseltir, enflasyon artınca faizler de yükselir ve faizlerin yükselmesi yatırım kararlarını olumsuz etkiler. Yatırım yapılmaktan vazgeçilince üretim yapılamaz, üretim olmayınca istihdam ve büyüme de ortaya çıkmaz. Dolayısıyla işsizlik artar, reel ücretler de düşer. Ülkemizde otomobillerin ve elektronik cihazların yüzde 50'den fazlası ithal olduğu için, bu ürünlerin yurtiçi fiyatları da yükselir. Konut sektöründe kullanılan demir, çelik gibi ürünler çoğunlukla ithal olduğu için, bu ithal girdilerin kullanıldığı konutların fiyatlarında da artış olur. Kur yükselişi ile birde firmalar kur zararını kurumlar vergisinden düşürür. Böylece devletin vergi gelirleri de azalır.
Gelelim bizim MB’ye..Merkez Bankalarının görevi aslında fiyat istikrarı dediğimiz, enflasyonu düşük tutmaktır. Yüksek enflasyonda para otoritesinin krizlere ve piyasaya müdahalesini kısıtlamış olursunuz. Birde üzerine kamu harcamalarını çoğaltan veya tüketici faizlerini düşürerek talebi artırıcı bir genişleyici maliye politikası izlerseniz: Hem kur artışına karşın döviz rezerviniz yetmez, hem de faiz oranlarını mecbur artırırsınız ve bu seferde finansal kriz yaşatırsınız. Maalesef ülkemiz bu tehlikeye doğru gidiyor. Ciddi bir ters seçim ve kredi arzını kısma sorunu yaşamaya doğru gidiyoruz. Bu da, yukarıda belirttiğim üzere, işsizlik ve durgunluk demektir.
Son olarak, hep söylüyorum önce enflasyonu yüzde 7-8 bandına çekin, biraz acı reçeteler uygulayın, sonra zaten otomatik olarak faizler düşer ve kredi ile devletin borçlanma maliyetleri de düşer. Başka bir anlatım ile; Bir ekonomide enflasyonist eğilimler varsa, MB sıkı para politikası uygular ve toplam talebi düşürür. Moneterist görüşe göre de enflasyon parasal bir olgudur. Bu yüzden de para arzının azaltılması şarttır. Enflasyon hedeflemesi ve para arzının kısılması ve para politikası araçlarını belirlenen düşük enflasyon amacı doğrultusunda uygulamak. Bu kadar basit. Artık kredi miktarına üst limit mi koyarsınız, faiz oranlarına alt limit mi koyarsınız, faizi mi yükseltirsiniz, zorunlu karşılık oranlarını mı yükseltirsiniz, döviz mi satarsınız, dolarizasyona sert tedbirler mi alırsınız, bankalara tahvil ve bono mu satarsınız o kadarını bilemem. Çarelerini de yazdım sayın. Birde unutmadan, faiz artışı ile TL değerlenir ve kur artışı durur, ülkeye sıcak para girişi ve yurtiçi tasarruflar da artar. Dahası, geç likidite penceresi faizini ve faiz koridoru üst bandını artırmak, gösterge faizlerini artırmak kadar etkili olmaz. Bankaların fonlama maliyetlerini artırmak ve zararını reel sektöre ödetmek anlamına gelir sadece. Yani yüksek enflasyona rağmen düşük faiz uyguluyorum ki, ekonomik büyüme durmasın bahanesi de ortadan kalkmış olur. Ya da kur artışından yarar sağlayan birileri kesin çok etkili ki MB çaresizce hata üzerine hata yapıyor.