Devlet kurumlarının iktidarın arzusuna göre kararlar üretmesi elbette TÜİK, RTÜK ya da BİK ile sınırlı olması düşünülemez. Geriye doğru taramak mümkün değil ve elbette öyle bir tarama yapabilme imkanına sahip olmadan da Türk Dil Kurumu’nun olası tazminat davalarına set çekmek için Gezi döneminde protestolara katılanlara karşı kullanılan “Çürük ve sürtük” ifadesini araştıramaz. Öyle olunca da TDK’nın “Sürtük” kelimesinin eşanlamları arasından “fahişe” sözcüğünü çıkardı iddiası mide bulandırsa da ispatlanamaz.

Türk dilinin gelişimi açısından kuruluşundan itibaren tarihsel önemde görev yapan ve Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasının bir bölümünü ona bağışlayacak kadar önem verdiği Türk Dil Kurumu’nu zan altında bırakmak elbette ki kimse istemez. Öte yandan TDK’na göre “Sürtük” kelimesinin eş anlamlısı “Hayat kadını” ve “Hayat kadını” kelimesinin eş anlamlısı da “sürtük.” Sahi, “fahişe” ne demek?

Kesin olan ve belki de utanılması gereken bu ülkenin insanlarına yönelik siyaset dilinin pespaye bir seviyeye gerilemesi, her türlü küfür ve galiz ifadenin kimin ağzından döküldüğüne bağlı olarak adeta meşrulaştırılması, sıradanlaştırılması.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı rahmetli İsmet İnönü çok saldırıya uğrayan bir tarihi şahsiyet, asker ve siyasetçi idi. Okuduğumuz dönem anılarından ciddi bulmadığı iddia, sözlere, kendince argo sayarak kullanmaktan çekinmediği tek söz ““Hadi canım sende!” olduğunu öğrendik. Rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise saçma sapan iddialar, ithamlar ve söylemlerle karşılaştığında olur ya ağzından kötü bir söz çıkar ve duyarlar diye sağ eliyle, güya çaktırmadan, etrafındakilere “gidin” işareti yapardı. Rahmetli Başbakan Bülent Ecevit ise tam bir beyefendiydi. Kimseye karşı galiz ifade kullanmaz, asla kül tablası falan fırlatmaz, dövmeye yeltenmez, hatta inadına “Beyefendi” ya da “Hanımefendi” deyip müsaade isterdi. Kül tablası atma şampiyonası düzenleyen hanımefendi güya maliye bakanına sufle veriyormuş son zamanlarda.

Sine-i millet

Halkın Partisi (HP) Parti Meclisinin aldığı Sine-i millete dönme kararı bir tek parti lideri Kudret Özersay’ın milletvekilliğinden istifa etmesiyle yerine getirilmiş olacak mı?

HP Parti Meclisi “ülkemizde son yıllarda giderek daha da yoğun şekilde yaşanan demokrasiye aykırı, halk iradesini görmezden gelen uygulamalara karşı sessiz kalmamak, demokrasiye ve devlete sahip çıkmak, halk iradesine ve bağımsızlığa aykırı uygulamalara karşı bir tepki vermek, Kıbrıs Türk halkına yaşatılan demokrasi bunalımlarının normalleştirilmesini kabul etmemek için” meclisten çekilme kararı almıştı. Bu kararla KKTC’de Türkiye’den Kuzey Kıbrıs yönetimine yönelik giderek artan “tahakküm” iddialarına karşı ilk kez bir siyasi kuruluş tavır almıştı.

HP bu kararı yürürlüğe koydu ancak sadece Parti lideri Özersay meclise istifasını sundu. HP milletvekilleri Ayşegül Baybars ve Jale Refik Rogers, üstelik de çeşitli aracılarla partiden atılacakları uyarılarına rağmen, istifa etmeyi kabul etmediler.

Baybars ve Rogers Parti Meclisi’nin aldığı “Sine-i millete dönme” kararına uymanın seçmen iradesine karşı saygısızlık ve yasama görevini terk etmek anlamına geleceğini belirterek "Meclisi sahipsiz, halkımızı yalnız bırakmayacağız" diyerek  istifa etmeyeceklerini açıklamışlardı.

Meclis onaylasa ve yürürlüğe girse de, girmese de bir tek Özersay’ın istifası “sine-i millete dönme” olarak kabul edilebilir mi?

Konuya siyaseti bırakma olarak algılayanlar açısından bakılırsa Özersay’ın istifası gereksiz, şövalyece ama anlamsız bir siyasi intihardır. Ancak, sine-i millet siyaseti bırakmak değil, halka gitmek ve halkla beraber itiraz edilen konunun çözümü ,için yoğun çalışmalar içerisine girmeyi hedeflemek demekse, bir bitişten değil, yeni bir başlangıçtan bahsediyoruz demektir.

Özersay’ın istifası, dediğim gibi ister meclis kabul etsin ister etmesin, Hüseyin Özgürgün istifasıyla karşılaştırılmamalı. Özersay ne yolsuzluk ve hırsızlık suçlamasıyla karşı karşıya ne de ülkeyi terk edip KKTC yargısından kaçmayı amaçlamaktadır. Tam aksine talana, soyguna, yolsuzluğa, irade gaspına ve bu irade gaspına sessiz kalınmasına karşı tekil de olsa atılan bir çığlıktır.

Saygı duyulmalıdır.