Yıllar önce bir sohbetimizde rahmetli Osman Örek Temsilciler Meclisi merdivenlerinde Glafkos Klerides’in kendisine “Anayasa değişikliklerini kabul ederseniz, sorun yok. Meclise girmenize müsaade ederiz. Kabul etmiyorsanız ya kendiniz derhal gidin, ya da ben sizi namlunun ucunda gönderirim” dediğini anlatmıştı.

Klerides o zamanlar Temsilciler Meclisi Başkanı, Örek ise bir efektif federasyon olan Kıbrıs Cumhuriyeti isimli ortaklık devletinde savunma bakanı görevinde idi. Bahse konu anayasa değişiklikleri ise Aralık 1963 olaylarının sebebi, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir Kıbrıs Rum devletine, Kıbrıs Türklerini de imtiyazlı azınlık durumuna indirgeyecek paketten başkası değildi. Değişiklikler Kıbrıs Türkleri meclisten kovulduktan sonra anayasa ve kuruluş anlaşmalarına aykırı olarak sadece Rumların oylarıyla kabul edilmiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlar tarafından işgal edilmişti. “Gereklilik kuralı” bahanesiyle Türkiye ile Kıbrıs Türk tarafına “en kısa zamanda ortaklık hükümetinin yeniden tesis edileceği” özel görüşmelerde izah edilerek 4 Mart 1964’de BM Güvenlik Konseyi’nin de onayladığı bir işgal. Ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hükümeti, devlet organları ve tabii meclis Rum işgali altına girmişti.

Kıbrıs sorununun çözülememesinin en önemli sebebi budur. Rumlar bu işgalin ve sonuçlarının Kıbrıs Türkleri ve Türkiye tarafından kabulünü talep ederken aynı zamanda1974’de Türkiye’nin müdahalesini işgal olarak görmekte ve işgalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasını istemektedirler. Yüzsüzlük mü? Hem de en kaba şekliyle utanmaz bir yüzsüzlük.

Kıbrıs’ta bir işgal varsa o da Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin ve devlet organlarının Rum ortak tarafından soykırım taktikleriyle Rumlar tarafından gerçekleştirilmiştir.

Paradoks gibi görünebilir, ancak Kıbrıs Cumhuriyeti ne kadar Rumlara aitse, hükümeti ve organları işgal altında olsa bile, aynı oranda da Kıbrıs Türklerine aittir. Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almak Kıbrıs Türklerinin 1960 anayasası ve kurucu anlaşmaları altında haklarıdır, ve o belgeyi almış olmaları işgali onadıkları anlamına gelmez. Kıbrıs Cumhuriyeti, 58 senedir Rumların işgali altında olması bu hakları ortadan kaldırmamıştır. Keza, uluslararası tanınma olmadığı ve BM tarafından “yok hükmünde” olarak görülen ayrı ası Kıbrıs Türk devletinin varlığı da bu durumu bozamaz. Kendi devletlerinin belgesi ile seyahat imkanına kavuşmaları halinde Kıbrıs Türkleri de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de sadece bir Rum devleti olduğunu tanımaları mümkün olacaktır.

Rum lider Nikos Anastasiades’in Maraş ile alınan kararlara tepki olarak Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Başbakan Ersan Saner ve bazı bakanların Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportlarını “yenilememe” kararı alması keyfi olduğu kadar Kıbrıs Türklerini ikinci sınıf vatandaş görme hastalığının bir yeni tezahürüdür. Avrupa Birliği’nin de zaman zaman yer aldığı bu Kıbrıs Türkünü ikinci sınıf görme hastalığı olmasa mesela 1 Mayıs 2004’de Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye katıldıktan sonra Türkçe de AB lisanları arasına alınırdı çünkü Kıbrıs anayasasına göre resmi dil sadece Rumca değil, aynı zamanda Türkçe ve İngilizcedir. AB de bu açıdan haydutluğa prim vermiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu aynı zamanda AB seyahat belgesidir. Kıbrıslı Türklerin AB pasaportu sahibi olmalarının engellenmesi bir anayasal hakkın ihlali olması yanı sıra bu durumun anayasayı yok sayan bir keyfi anlayışla yapılması daha AB ve dünya kamuoyuna Rum yönetiminde Kıbrıs Türklerine yönelik nasıl bir düşmanca ve ayrımcı anlayışın olduğunu göstermelidir. Kıbrıs Türkü böyle ayrımcı, keyfi, zorba bir anlayış ile federal bir çözüme varabilmesi mümkün değildir. Eşit egemenlik, siyasi eşitlik ilkelerine saygı çözüm için şarttır. Bu gelişmeler AB içerisinde iki devletli çözümü tek mümkün yol kılmaktadır.

Her şerde hayır vardır derler ya belki 13 Kıbrıs Türk siyasetçinin pasaportlarını iptal ederek Anastasiades yönetimi dünya kamuoyuna gerçek işgalin ne olduğunu hatırlatmıştır.