Türkiye bir “tükenmişlik” sarmalında. Ne mevcut duruma çözüm bulunabiliyor, ne de kısa süre içerisinde durumun daha kötüye gitmeyeceğine inanç var. Daha da kötüsü yönetimdeki denge ve denetleme sisteminden yoksun başkanlık sistemi dolayısıyla ortak akılla alternatif politikaların önerilmesi yolları da kapalı, ya da işe yaramıyor.

Dudak uçuklatan bir rakam. 450 milyon ödenek ayrılmış 2022 bütçesinde yazlık ve kışlık sarayların tamirine, bakımına. Şaştık mı? Asla. Gerçi “İtibardan tasarruf olmaz” diye buyruldu ama ya tasarruf yapmasaydı devlet ve devletin başı bu rakam acaba kaç olurdu? Korktum birden.

1970’lerin dövize çevrilebilir mevduat (DÇM) sistemine benzer bir garabet dövize endeksli Türk lirası mevduat hesabı sistemi ile “döviz kuru krizini” aşmaya çalışan hükümetin gayretlerine halk ne derece duyarlı davrandı, net bilemiyoruz. Göründüğü kadarıyla hükümetten beslenen medya organları başarı türküsü söylemede ısrar ediyor, veriler ise ortada bir başarı olmadığını, varsa da çok sınırlı olduğunu, halkın ve büyük şirketlerin oldukça yüksek bölümü mevduatlarını döviz hesaplarında tutmaya büyük oranda devam ettiğini gösteriyor.

İddia o ya nebati bir durum da oluşmuş. Birisi amirinden “hani dolar kuru bu dövize endeksli hesaplar yoluyla 10 TL seviyelerinde kalacaktı” diye çok kötü fırça yemiş. Artık “Bak yeşil yeşil” şarkısını mı söyler, “Gözlerinden muhabbet kaptım” parçasını mı tercih eder, bilemem. Ama ekonomiyi sayılarla değil gözlere, gözlerdeki ışıltıyla anlatma uzmanı maliye bakanının pek de önünü görmekten aciz olduğu ortaya çıktı.

Çözüm yerine sorunları halının altına süpürmek bu iktidara özgü bir durum değil; daha da öncesi yoksa en azından Osmanlı’dan miras alındı. Döviz kurunun nükleer bomba gibi patlamasının sebebini “yabancı operasyonlarda aramak” ya da diğer sorunlarda olduğu gibi o durumun ardında da “dış komplo” olduğunu iddia etmek, en kolay mazeret bulma yöntemi. Gerçekten dış komplo mu var, yoksa kasıtlı yanlış yönetim, iktidarsızlık mı?

Ülkenin en ünlü ancak belgesiz ekonomistinin ısrarla savunduğu “Faiz sebep, enflasyon sonuç” tezi kararlı ve istikrarlı uygulaması sonucunda zorla dolar zembereğinden fırladı gitti; her kimler arka kapıdan nemalanmışsa bir şüpheli operasyonla da bir gecede TL neredeyse yüzde elli değerlenerek yeni bir döneme geçildi. Nedense, mesela doların, 8 lira seviyelerinden 12 lira seviyelerine geldiğinden değil, 18 liradan büyük düşüşünden bahsetmeyi tercih etti herkes. Gerçek boş verildi, algı operasyonu yeter denildi.

Bu arada çıkışta anlık olarak “ayarlanan” fiyatlar, nedense inişte bir türlü ayarlanmadı, hatta düşüşe rağmen petrol ürünlerinde mesela fiyatlar tırmanmaya devam etti. Bir de üstüne daha önce kaldırılan özel tüketim vergisi tekrar uygulamaya sokulunca, ülke bir başka ekonomik facianın içerisine yuvarlandı. Şimdilik “stagflasyon” yani “varlık içinse yokluk” döneminin ayak sesleri duyuluyor işse de, ülke fiili olarak çok ciddi bir tükenmişlik sendromunu yaşamaya başladı.

Bir litre benzin, ya da mazot, bir dolardan pahalı olmasıyla taşımacılık masraflarının yükselmesi gıda fiyatlarını uçurdu. İthal ürünler doğal olarak dolar kurundaki uçuşla serbest uçuşa geçmişti çoktan zaten. Her ne kadar ülkede erk sahipleri başka ülkelerdeki enflasyonun ne kadar berbat olduğunu, raflarda yeterli gıda maddesi bulunamadığından bahsetseler de, Türkiye’de enflasyon resmi açıklamalarda %36, gayrı resmi ya da hissedilen ise çok daha fazla bir oranda. Halkın alım gücü tükendi. Marketler dolu, alabilen yok.

İstanbul’da bile taksi sorunu neredeyse çözüldü. Bıçak gibi kesildi AKP engellemesiyle yeni taksi plakası verilememesi sorunu. Bırakın yeni taksi ihtiyacını, mevcutlar iş bulamaz hale geldi. Halk sadece daha az taksiye binmiyor, mümkün ise evinden çıkmıyor. Şehirlerde trafik sorununda bu nedenle önemli bir rahatlama oldu.

Hani meşhur laftır ya, son Osmanlı eğitim bakanlarından Emrullah Efendi’ye atfedilen “Şu Mektepler Olmasa Maarifi Ne Güzel İdare Ederdim” sözü gibi, halk da sokağa çıkmayınca trafik sorunu çözülüverdi sanki.

Şaka bir yana, tabii ki o meşhur beşli marketler zinciri fiyatları aşağıya indirmemekte ısrar etmekte. Ceza yeseler de fiyatlardan taviz vermemektedirler. Devlet tabii ki bakkaliye, manav dükkanları açmasın, sorunu sebeplerini kaldırarak çözsün. Çözsün de nasıl?

Tükenmişlik sendromu sadece halkta mı var? Bu iktidar tükenmedi mi? Ne yaptığını biliyor mu? Bilse ülke bu savrulmayı yaşar mıydı, yaşamaya devam eder miydi? Ciddi bir istikrar programına ihtiyaç olduğu aşikar. İtibardan ödün vermeden, her türlü şafşata ve savurganlık devam ederken, fiyatlar serbest uçuşta, maaşlar eski müdürlerinin bile artık güvenemediği bir kurumun açıkladığı enflasyon oranına endeksli artırılıyor ise, soru8na çözümün yakın olamayacağı aşikar değil mi?

Bütün bu gelişmeler her ne kadar “itibardan tasarruf olmaz” denilse de, aslında ülke olarak Türkiye’nin itibarsızlaştırılması değil midir?

Atanamayan başarılılar

Derece yapmalarına rağmen atanamayan, sözlü sınavlarda gelecekleri karartılan, ya da ölçülebilir sınavda becerisini ispatlayıp, manipülasyona açık ve kaydedilmeyen mülakat sistemiyle, öznel torpilli adaylar karşısında yaşam savaşının ilk adımında “diskalifiye” olan ulusal hazinemiz.

Dün de vardı bu sorun, bugün ayyuka çıktı, yarın da inşallah olmaz. Rahmetli Bülent Ecevit’in azınlık hükümeti başbakanlığı döneminde bu soruna merkezi sınav ile devlet kurumlarına personel alımı çözüm olarak öngörülmüştü. Sistem duruyor, ancak her zamanki gibi etraftan dolanacak yollar keşfedilip iş imkanının siyasetin manipülasyon alanı olması bir şekilde korundu.

Uç örnekler de var tabii. Bir geceliğine bir başka eğitim kurumuna derece yükseltilerek atanıp ertesi günü bir başka kadroya profesör olarak atananlar ya da bir süreliğine belediyelerde özel kalem gibi göreve getirilip, sınav sistemi dışından paraşütle devlet memurluğuna, üstelik de çok önemli makamlara, atamalar yapıldığı gibi.

TRT World’de sınava girmiş bir arkadaş mesela. Sınavı dereceyle geçmiş. Sözlü sınavda bir siyasetçinin kızı, bir başkasının oğlu ve saire göreve getirilirken, bir bakmış dışarıda kalmış. Dava açmış. Sınav sonucu mahkemeye bile verilmemiş. Konu kapanmış. Adalet de manipüle edilmiş diyemem, ama yok mu bu işte bir gariplik?