Cin şişeden çıktı

Bir fikrin kim tarafından ortaya atıldığı, hangi ortamda seslendirildiği, fikri seslendirenin fikrinde ne kadar samimi veya ciddi olduğu en az o fikrin gerçekleşme olasılığı kadar önemlidir. Ancak, söyleyen sadece seçim odaklı fikri seslendirmişse, samimi değilse, “Hele şu dereyi geçelim, bak ben neler eylerim?” gibi bir mantalitede de olsa, fikir doğru ise, şişeden çıkan cin gibi, bir kez serbest kalınca tekrar şişeye girmesi elbette ki mümkün değil.

İki devletli çözüm, veya konfederasyon resmi olarak son dönem haricinde hiç resmi politika olmasa da, nasıl federasyon derken esasında bazı federal eklemelerle tekil devletin devamını talep etmişse Rum liderliği, Kıbrıs Türk tarafının da federasyon adı altında hep konfederasyon, hatta mümkün olursa tam bağımsız iki devlet istediği bugün artık tarihsel bir gerçektir. Kısaca ne Rumlar, ne Türkler samimi hedeflerini masaya koydular onlarca yıl boyunca süren görüşmelerde.

2004 yeni şartlar getirdi

Kıbrıs Rum hükümetinin, üstelik de adanın halklarının ve toprağının tümünü temsil ederek Avrupa Birliği’ne girdiği 1 Mayıs 2004 günü öncesinde Kıbrıs Türk taleplerinin yerine getirilmesini beklemek büyük hayalperestlik gerekirdi herhalde. Kıbrıs Rum taleplerinin ise kabul edilmesi mümkün olmadığından günümüze kadar adada çözüm mümkün olamadı zaten. Günümüzde, özellikle Crans Montana tecrübesinden sonra, adada hala daha iki bölgeli, iki toplumlu federal çözüm olabileceğini iddia etmek hayalperestliğin de ötesinde saflığı, hatta akli sıkıntıyı gösterir. Sözün özetini niye Kıbrıs Türkleriyle siyasi eşitlik temelinde egemenliği ve iktidarı, gücü paylaşmayı kabul edemeyeceğini Crans Montana’da Rum lider Nikos Anastasiades söyledi: “Böyle bir anlaşmayı halkıma anlatamam, destek isteyemem, alamam.” Kime söyledi? BM Genel Sekreteri Antonio Guterres.

Şimdi, neredeyse üğç yıllık bir aradan sonra net bir şekilde “AB içinde iki devlet” fikrini Cumhurbaşkanı Ersin Tatar söyledi diye dikkate almamak sadece siyasi kin nedeniyle olur ki, yakışıksız bir duruş olur. Tatar’ın konuyu bilmediği, başkalarının daha iyi bildiği söylenebilir. Normaldir. Siyaset iddia işidir. Ancak, laf kimden geldiğine göre doğru veya yanlış olmaz.

Halkın dediğini duymak gerekir

“Cumhurbaşkanı Tatar seçimler yaklaştı, gençlik AB içinde çözüm talep ediyor o nedenle AB içerisinde çözüm fikrine döndü” iddiası doğru olabilir. Demokratik yönetimlerde olması gereken tam da budur. Kamuoyunu dikkate almayan siyasetçiler sadece yok olurlar, siyasetten silinirler. Doğrudur, siyasetçiler halktan bir adım önde olmalı, halkın beklentilerini yaratmalı, şekillendirmeli, hedefe odaklamalıdırlar. Bunu nasıl yaparlar? Boş lafla değil elbette. Halka gerçekleşebilir hedefler göstermezseniz ne arkanıza destek olurlar, ne de oylarıyla sizi iktidara taşırlar.

Bugünlerde sanki yalnız kovboy gibi tek başına Kuzey Kıbrıs’ta devlet ve siyaset reformunun motoru olmaya çalışan Kudret Özersay örneğini dikkate almak durumundayız. Son seçimlerde hezimete uğramış. Kendi partisi içinde bile bazı arkadaşları kişisel menfaatlerini siyasi hareketlerinin ortaya çıkış nedenlerini gerçekleştirmesi için gerekli özveriden daha önemli görerek onunla yollarını ayırmışlar. Ancak, bugün bazılarına Miguel de Cervantes’in meşhur kahramanı Don Quixote benzeri bir yel değirmenleriyle savaş gibi görünse de, siyaset davaya inancı da gerektirir.

Kaçırılan büyük fırsat

Bugün son Cumhurbaşkanlığı seçim döneminde yaşananları, o günden bu yana şahit olduklarımızı dikkate alınca ne büyük bir fırsat kaçırdığımızın altını çizmek istiyorum. Tatar ve Özersay’ın oluşturduğu o birliktelik bir şekilde devam ettirilebilse, hırslara, parti fetişizmine kurban edilmese son üç yılın gelişmeleri acaba nasıl olurdu?

Türkiye’nin resmi Kıbrıs siyaseti “iki devletli çözüm.” İki devletli çözüm ile “AB içinde iki devlet” elbette aynı şeyler değiller. Birincisi Kıbrıs adasında birisi Avrupa Birliği üyesi birisi ise AB dışında iki devletin yan yana varlığı üzerinde bir fantezidir ki Kıbrıs Türk halkı açısından çok daha büyük bir tehlikeyi içermektedir. Ayrıca, yaşayabilir olmayan bir Kıbrıs Türk devletinin sürdürülebilir olamayacağı ve eninde sonunda Türkiye’ye ilhak ya da bugünkü durumdan az hallice bir müstemleke durumuna gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Saklamaya gerek yok, sağcısıyla, solcusuyla Kıbrıs’ta yüzde onu zor bulan bir azınlık Türkiye’ye ilhak düşüncesinde olabilir, büyük çoğunluk, hele Türkiye’deki mevcut politik düzen devam ettiği sürece, böyle bir duruma asla destek vermeyecektir.

Kıbrıs Türkü ilhak istemiyor

Ayrıca, ilhak ne Kıbrıs Türk halkının istencine ne de Türkiye’nin çıkarlarına uygun olacaktır. Birisi AB içerisinde birisi dışında kalmış, bir birinden tamamen ayrılmış iki devletli bir Kıbrıs’ın Türkiye’nin “adanın bir bölümünde veya tümünde hasım yönetim olamaz” ilkesine uyduğunu söylemek abes olacaktır.

Bugün net olarak anlamalıyız ki ne “ille de federasyon” diyerek çözüm olabilir, ne de “AB içinde iki devlet” korkulduğu gibi adada bölünmeyi yaratacaktır. Aksine, iki devletin AB içerisinde yer alacağı bir Kıbrıs nasıl 1960 Cumhuriyeti toplumsal güç paylaşımı sistemi dolayısıyla “uygulamada federasyon” idiyse “AB içinde iki devlet” de konfederasyondan da daha ileri bir fiili federal çözüm olacaktır. Balıkçılıktan, dış politikaya, savunmaya, dış temsile AB müktesebatının şekillendireceği AB içindeki iki Kıbrıs devletçiğinde fiili olarak iki yerel konularla yetkili iki yönetim olacaktır, o kadar. Üç özgürlükler, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta ve adanın tümüyle kısıtlı hakları vs konular çözülür, ve Kıbrıs sorunu tarihe gömülebilir.

Çözümsüzlükte ısrar sonuç getirmez

“İlle de federasyon” da “ayrı devlet” takıntısı da çözüm değil, çözümsüzlük getirir. Çözümsüzlükte ısrar ederek de çözüme ulaşmak mümkün değildir.

Nitekim, Cumhurbaşkanı Tatar’ın sözlerine itiraz ne denildiğini anlamaya bile çalışmadan bir yandan “ille de federal çözüm” diyen romantik sol çevrelerden diğer yandan da “ille de tam bağımsız Kıbrıs Türk devleti” ya da bir adım sonrası “Türkiye’ye ilhak” görüşündeki arkadaşlardan geldi.

Tekraren söylemekle umarım kimseyi sıkmam, ama gerekli. Kıbrıs Türk halkının ne istediğini anlamadan siyaset yapılamaz. Kıbrıs Türk devletini batma noktasına getirmiş, herhangi bir şekilde çıkış olabileceği umudunu tamamıyla öldürmüş ve siyaseti sağıyla, soluyla, dincisiyle laikiyle kişisel nemalanma aracı olmaktan öte algılayamayan siyasi yapıdır.