Rusya işgal harekatıyla Ukrayna’da neyi hedeflemektedir? Kısacık soru, ama cevabı çok zor. Yeni bir dünya etkinlik paylaşımı için Amerika Birleşik Devletleri ve Batıyı Yalta benzeri bir konferansa oturmaya zorlamak mı Moskova’daki hesap? Yoksa, Ukrayna harekatıyla Putin mi oyuna geldi, uzun zamandır planlanan ve tarihte benzeri görülmemiş yoğunlukta yaptırım dalgalarıyla ABD ve Batı Rusya’yı hizaya getirme operasyonu mu yürütüyorlar? Kısaca, hesap ne? Kimlerin hesabı bugün Ukrayna’da yaşanılanların ortaya çıkmasını sağladı? Kısaca, Rusya’nın “Ukrayna gambiti” yani oyun açış adımı olabileceği gibi, basbayağı Batının da “Rusya gambiti” olabilir mi?

Dünya elbette II Dünya Savaşının hemen ertesinde, 4-11 Şubat 1945’de gerçekleşen ve Sovyetler Birliği’nin acımasız diktatörü Jozef Stalin, ABD Cumhurbaşkanı Franklin Roosevelt, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve Fransa lideri Charles de Gaulle’ün katıldıkları Doğu ve Batı, kısaca ABD ve SSCB “etki alanlarının belirlendiği” dönemde değil bugün. Soğuk Savaşın sona ermesi ardından Batı hızla ekonomik, siyasi ve askeri alanda genişleyip, eski Doğu Bloku ülkelerini kendi etki alanına aldı, dengeyi Rusya aleyhine değiştirdi. Üstelik, tüm bu gelişmeler yaşanırken Rusya’ya onun güvenlik endişeleri dikkate alınacak diye defalarca söz verildi.

Doğu genişlemesi çıbanı…

Batı “doğu genişlemesinde” o kadar kararlı idi ki, durumun hassasiyetini kavrayan ve en iyi şekilde istifa etmeyi planlayan Yunanistan, ancak anayasasına göre sakat, sınır problemleri olduğu için girişi gayrı-meşru olacak Kıbrıs Rum Yönetiminin tüm Kıbrıs’ı temsilen AB’ye alınması karşılığında “evet” diyebileceğini söyledi. Başta Almanya, tüm AB ülkeleri bu şantaja boyun eğdi ve Rumlar 1 Mayıs 2004’de daha bir hafta önce çözümü reddetmelerine rağmen çözüm olmadan AB üyesi oluverdiler.

2008’de, tıpkı bugün Ukrayna’nın NATO’ya alınabileceğinin tartışıldığı gibi, Gürcistan’ın Batı ittifakına girmesi konuşulduğu dönemde başına gelenler Rusya’nın “kırmızı kartlarını” korumakta ne kadar kararlı olduğunu sadece Gürcüler değil Batı da yaşadı, gördü. Ama, “Tarih tekerrür eder derler, yaşanılanlardan ders çıkarılsaydı hiç tekerrür eder miydi?”

Üstelik daha 2000’lerin başında Rusya NATO üyeliğini gündeme getirdiği zaman ciddiye alınmamışsa, NATO ve AB’nin kendi etki alanında genişlemeye devam etmesi Moskova’da olumlu görünmesi mümkün olabilir miydi? Niyeyse bu soru hiç sorulmadı. “Barış için ortaklık” diye bir devekuşu keşfedilip, Rusya tatmin edilmeye çalışıldı. Tahmin edilebileceği gibi olamadı.

Batının perspektifi sağlıksız…

Doğal olarak Batının perspektifinden bakıldığı zaman ise Sovyetlerin çökmesi ve yaşadığı büyük ekonomik, siyasi ve askeri çöküş sonrasında toparlanan Gürcistan’dan başlayarak tekrar yayılmacı ve saldırgan bir pozisyona gelmiş, dünya için bir güvenlik tehdidi olmuştur.

Bu durumun sağlıklı olmadığı ve bir noktada çatışmanın kaçınılmaz olduğu aşikardı. Ancak, Rusya’nın yayılmacı ve saldırgan siyasetine benzer bir üslup değil, cevabı nitelikte güç kullanılsa bile yeni bir dünya savaşının kaçınılmaz olacağını ve bunun da belki de her iki tarafta, nükleer kapasite nedeniyle bir yok oluş savaşı olabileceği endişesi de Batı’nın Rusya siyasetini kısırlaştırmaktaydı.

Vekaletler savaşları…

Soğuk savaş ve ondan sonraki dönemde nükleer silah kapasitesine sahip ağa babaların doğrudan kapışmasının insanlığı yok etme noktasına getireceğinden ABD ve Rusya’nın olabildiğince kasıştı karşı karşıya geldikleri ancak mutlaka birkaç coğrafyada vekaletler savaşı yoluyla biriken gazın atıldığı uzun bir süreç yaşanmıştı.

Varşova’nın 1968’de hizaya getirilmesi, durumdan çok hoşlanılmasa da “Doğunun iç işi” olarak görülebilmişti. Ancak, ne Gürcistan’da 2008’de yaşananlar, ne 2014 Kırım gelişmeleri ne de bugün Ukrayna’nın barbarca istilası çoktan “iç işi” olmaktan çıktı, cezalandırılması gereken istila hareketleri olarak algılanmaya başlandı.

Rusya dizleri üstüne çöker mi?

Dediğim gibi, bir iddiaya göre ABD, İngiltere ve NATO uzun zamandır hazırlıklarını yaptılar, atacakları adımları planladılar, yavaş yavaş Ukrayna bataklığını çektiler ve şimdi hızla Rusya’yı dizleri üzerine çökertmeye, “yeni dünya düzenini” kabule zorlamaya çalışıyor olabilirler.

Kendine Deli Petro’yu örnek alan, Stalin kadar değilse bile muhaliflerini her türlü işkence ve barbarca metotlarla yok etmeyi, kaba kuvveti, şehirleri yerle bir etmeyi marifet sayan Putin kanımca diz çökmez, halkının diz çökmesine de aldırmaz. Bu savaş başlamadan önce konuştuğum bir Rus yetkili “Ne olacaksa olsun, Ukrayna bizim kırmızı çizgimiz, kimse aşamaz” demişti. Ancak, paralarına, yatlarına ve hatta spor kulübüne el konulan oligarklar ile parasız, rüşvetsiz kalan Rus ordusu Putin’e diz çöktürebilir.

Yine de, savaşa müdahalenin III Dünya Savaşına sebep olacağını gören başta Joe Biden ve diğer Batı liderlerinin Ukrayna ordusuna silah ve mühimmat sağlamanın ve Rusya’ya yönelik yaptırımları daha da sertleştirmelerinin haricinde adımlar atabilmeleri mümkün görülmüyor.

Peki, bir başka ülkeye de savaş sirayet ederse, o zaman ne olur? ABD, İngiltere ve NATO Ukrayna’ya yaptıkları gibi “Faturayı öderiz arkadaş” deyip seyretmeye devam mı ederler?

KKTC’de kötü kokular

KKTC’de birileri düğmeye bastı. Bir bakan istifa etti. Birisi kabinede yer değiştirdi. Ankara’nın istediği, son iki seçimde aday olmayan, daha öncekinde seçilemeyen, Tahsin Ertuğruloğlu tekrar dışişleri bakanı oldu. Üstelik sadece üç-beş saat önce bu değişimden, Başbakan Faiz Sucuoğlu kabine revizyonu haberleri için basına uydurma haber yapıyorlar diye sitem ediyordu. Ne imiş? Başbakan uydurmaymış, farkına varamamış.

Birisi güzel bir söz söyledi telefon görüşmemizde. Kim olduğunu söyleyemem, özel görüşmeydi. Şöyle dedi, “Birisi yatak odasında da bizimle beraber olmak istedi. Meşrebi geniş arkadaşlar kabul etti. Yazık oldu, çok yazık.”

Bu kadar hoyratlık hoş değil. Kıbrıs’ı, Kıbrıslıyı, davayı bilmeden, “ben dedim oldu” ısrarıyla, ya da iktidar ortağını mutlu etmek için böyle adımlar atılması, sadece itibar kaybı sonucunu doğurur. Mesela, şimdi KKTC’de başbakanı kim ciddiye alır? İşi olanlar şimdi Faiz beyin kapısı önünde vakit mi harcar, Ankara’da Devlet kapısını mı çalar?

Yazık oldu Fahriye ablaya, anlayacağınız.