Bazen en yüksek sesle konuşanlar, en büyük suskunluklarını mı saklıyor? Gerçekler, ne kadar ustalıkla gizlenirse gizlensin, eninde sonunda gün yüzüne çıkmaz mı? Üstünlük iddiasıyla dokunan maskelerin ardında, aslında derin bir yetersizlik korkusu mu yatıyor?
Bazı gerçekler vardır ki, ne kadar örtülmeye çalışılsa da bir yolunu bulup kendini gösterir. Bir kaya çatlağından süzülen su gibi, bir aynanın buğusunun ardından belirginleşen siluet gibi… Görmezden gelmek mümkündür, ama yok saymak imkânsız.
Türkiye’de uzun zamandır gerçeklerle kurulan ilişki, sisli bir aynaya bakmaya benziyor. Yansıyan şey, gerçeğin kendisi mi, yoksa onu biçimlendiren bir illüzyon mu? Bir yanda hukukun tartışmalı kararlarıyla toplum vicdanında yankı bulan subay ihraçları, diğer yanda gazetecilerin gözaltına alınması, soruşturmalara tabi tutulması, tutuklanması… Bütün bu olaylar, yalnızca politik ya da hukuki bir mesele değil; aynı zamanda insan psikolojisinin derinliklerine inen bir olgu: Üstünlük maskesi takanlar, gerçekte neyi gizlemeye çalışıyor?
Alfred Adler’in yıllar önce dile getirdiği bir psikolojik gerçek, bugün hâlâ geçerliliğini koruyor: Üstünlük kompleksi, çoğu zaman derin bir aşağılık duygusunun örtbas edilme çabasıdır. Tıpkı zayıf hissettiği için bağırarak konuşan biri gibi ya da eksikliğini hissettiği için kibirle öne çıkanlar gibi… Peki, bu maskeler ne kadar kalıcı olabilir?
KİBİR MASKESİYLE HAKİKAT SAKLANAMAZ
İnsan neden kendisini olduğundan daha güçlü, daha bilgili, daha üstün göstermeye çalışır? Bu çaba, gerçekten de bir gücün ve özgüvenin yansıması mıdır, yoksa derinlerde saklanan bir korkunun ve yetersizlik hissinin çığlığı mı?
Bireysel düzeyde düşündüğümüzde, iş yerinde sürekli kendi başarılarını anlatan, başkalarının katkılarını küçümseyen bir meslektaş hepimizin tanıdığı bir figürdür. Grup çalışmalarında herkesten daha çok bildiğini iddia eden, ısrarla herkese tahakküm etmeye çalışan, her konuda tek karar verici gibi bir rolü kendisine biçen ama en ufak bir eleştiride hemen öfkelenen biri… Oysa Adler’e göre gerçek özgüven, üstünlük göstermeye ihtiyaç duymaz. Aksine, kendini geliştirmek için eleştiriye açık olmayı gerektirir.
Aynı durum, daha büyük ölçeklerde de kendini gösterir. Gazetecileri susturarak basın özgürlüğü sorununu çözebilir misiniz? Yargıyı güç sahiplerine göre biçimlendirerek hukukun üstünlüğünü sağlayabilir misiniz? Eleştirel sesleri bastırarak toplumu ikna edebilir misiniz?
Gerçekler, kötü bir huya sahiptir; saklanmaya çalışıldıkça daha da belirgin hale gelirler. Bir ayağı diğerinin önüne koyup fotoğraf makinesine çapraz poz vermek ya da başı yukarı kaldırarak gıdıdaki yaşlanmayı gözlerden uzak tutmaya çalışmak nasıl çok fazla anlamlı değilse, hakikati manipüle etmeye çalışmak da aynı derecede beyhude bir çabadır. O an için bir görüntü yaratabilirsiniz, ama gerçek oradadır ve eninde sonunda kendini gösterir.
Üstünlük maskeleri de böyledir. Kısa vadede işe yarıyor gibi görünebilir, ancak gerçeği saklamak için dokunan her maske, zamanla yıpranır ve düşer.
YETERSİZLİK KORKUSUNUN OTORİTER YANSIMASI
Kibir ve nobranlık, sadece bireylerin değil, yönetimlerin de krizlere verdiği tepkilerde kendini gösterir. Eleştirel seslerin susturulması, yargı kararlarının kamuoyunun vicdanında yankı bulmayan biçimlere sokulması, muhalefetin törpülenmesi… Tüm bunlar, özgüvenin değil, yetersizlik korkusunun dışavurumudur.
Adler’e göre, gerçekten güçlü bireyler ve toplumlar, olduğundan büyük görünmeye ihtiyaç duymaz. Eksiklerini görmezden gelmek yerine onlarla yüzleşir, hatalarından ders çıkarır, gerekirse özür dilemekten çekinmezler. Zira gelişim, ancak kabul ve farkındalıkla mümkündür. Ancak güç sarhoşluğuna kapılanlar için durum farklıdır. Onlar, hatalarını düzeltmek yerine üzerini örtmeye, kusurlarını gidermek yerine görünmez kılmaya çalışırlar.
Oysa hakikat, zamana karşı sabırlıdır. Su, kayaları aşındırırken acele etmez ama yolunu da mutlaka bulur. Ufak bir çatlak büyür, bir noktada taş çözülür ve en güçlü duvar bile suyun önünde duramaz. Hakikati baskıyla, korkuyla, gürültüyle bastırmaya çalışanların en büyük yanılgısı da budur: susturulan her gerçek, aslında derinlerde daha büyük bir güçle birikmeye devam eder.
Ne kadar ustaca gizlenirse gizlensin, hiçbir maske gerçeği sonsuza dek saklayamaz. Çünkü hakikat, su gibi akışkandır. Önüne setler çekilse bile sızacak bir yol bulur, eninde sonunda engelleri aşar ve gün ışığına çıkar.