Kuzey Kıbrıs lideri Mustafa Akıncı'nın İngiliz gazetesine verdiği röportajda, “Kırım benzeri bir senaryo korkunç olur. Kıbrıslı Türklerin de Türkiye'nin de yararına olmaz. 2. Tayfur sökmen olmayacağım. 'Kıbrıs Türk'tür Türk kalacaktır' siyaseti 1950'lerin sloganıdır” dedi.

Tayfur Sökmen’in torunu Mehmet Mursaloğlu özür beklediklerini belirtti ve “Akıncı, değil Tayfur Sökmen, onun yarısı olamaz. Çünkü o devlet adamıydı. Kıbrıslı kardeşlerimiz hiç üzülmesinler, Kıbrıs'la biz kardeşiz. Akıncı'yı bu talihsiz açıklamasından dolayı kınıyorum” dedi.

Akıncı Türkiye’nin KKTC’yi ilhak etme ihtimalini gündeme getirip kendince karşı olduğunu belirterek Nisan’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde solun tek güçlü adayı olarak kazanma hesabıyla bu saçma ve ayıplı tavrı sergiledi.

Halbuki KKTC de Türk devleti Türkiye de… Ayrı olsalar ne olur olmasalar ne olur… Halbuki onların derdiyle dertlenenler bizleriz… Dara düştüklerinde yanlarında olan da biziz.. Bugün özgür ve güvenli yaşamalarını sağlayan da Türkiye…

Mustafa Bey’e batan ne diye sorguladım… Sonunda herhalde kendini Türk hissetmiyor diye bir noktaya geldim. ‘Rumla ortak olmayı göze alan ama Türkiye’ye nankörlük eden bir KKTC Cumhurbaşkanı nasıl olur’ diye de hayıflandım. KKTC de yaşayan Türklerin de bu durumu iyi değerlendirmelerini ve Akıncı’ya gereken dersi vermelerini isterim.

Türkiye’nin garantör olduğunu göz önüne aldığımızda Akıncı’nın kendi başına yapabileceği bir şey de yok ama bir Türk devleti yetkilisinden böylesine Rum, yunan ağzıyla benzeşen ifadeler duymak acıtıyor insanı…

Meslekte bu tarz için ‘bomba haber’ denilir. KKTC’deki Mustafa Akıncı olayı gibi Suriye’de de sıcak gelişmelerin olduğu bir sırada belki çok da anlamlı olacaktır. Ders alınabilecek özellikte de diyebiliriz.

Eduard Şevardnadze ismini gençler belki hatırlamaz ama yaşı 30 u geçkin olanlar bilir.

Şevardnadze Gürcü bir profildi. Önce Gürcistan’da Sovyet Kominist Partisi’nin şefi oldu. Ardından Moskova’ya gitti. Politbüro üyeliğine ve ardından da bakanlık vazifesine layık görüldü. Şevardnadze tarihin tozlu raflarına kaldırılan Sovyetler Birliğinin son dışişleri bakanıydı.

1957’den 1985’e kadar Dışişleri bakanlığı yapan Andrey Gramiko’nun yerine o göreve getirilmişti. Sovyetler çökerken görevde Şevardnadze vardı, Gorbaçov’un has adamıydı. Onun politikalarını uygulayan isimdi. Gorbaçov’un meşhur glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) politikalarının en etkin savunucu ve uygulayıcısıydı…

Sovyet askerleri 1988'de Afganistan'dan onun döneminde çekildi…

ABD'yle yeni silahsızlanma antlaşmaları onun döneminde hazırlandı…

1989-1990'lı yıllarda Doğu Avrupa ülkelerinde komünist yönetimleri çökerken o bakandı…

Doğu Avrupa'daki barışçıl ihtilallere müdahale edilmemesi konularında tarihi adımlar attı…

Doğu ile Batı Almanya'nın birleşmesinde önemli bir rol oynadığı için Almanların gönüllerinde ‘Birleşmenin Babası’ olarak kabul ediliyordu.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, 2000’de Şevardnadze için “O olmadan Soğuk Savaş barışçıl bir şekilde biter miydi, emin değilim. Bu adam bir kahraman” diyordu.

1991'de Gorbaçov'u deviren ve Sovyetler'i dağıtan ihtilalle birlikte Moskova'daki misyonu da sona ermiş oldu.

GÜRCİSTAN’A DÖNÜŞ

Yoksul Kafkas ülkesinin 1995'deki seçimlerinde Cumhurbaşkanı oldu. Yıllar sonra 2003'deki seçimlere hile karıştırıldığı ortaya çıkınca kiminin Pembe kiminin Gül dediği Devrim gerçekleşti. Ayaklanma başladı. Şevardnadze kansız bir devrimle siyasete veda etmek zorunda kaldı. Bu devrimde Batılı vakıfların maddi desteği etkili oldu. Siyasi deneyimi ‘gümüş tilki’ lakaplı Şevardnadze’nin finali başarılı ve muhteşem yapmasına yetmedi. 2014 de vefat ettiğinde 86 yaşındaydı.

SORUNUN KAYNAĞI OLDU

Siyasi gözlemciler o dönemde, Gürcistan'ın asıl büyük sorunu olarak bizzat Şevardnadze’yi işaret ediyordu. Mesela bazı uzmanlar, “Şevardnadze'nin en büyük sorun olmasının bir nedeni, tüm siyasetin onun üzerinde odaklanmasını sağlayan bir sistem yaratılması ve siyasi gücün büyük ölçüde onun elinde olmasıydı. Onun için de her sorun Şevardnadze'den aşağıya doğru gelişiyor” teşhisi yapmıştı.

(Bugünkü Türkiye’ye nasıl da benziyor…)

Şevardnadze’nin son dönemlerinde Tiflis sokaklarında anlatılan fıkra şöyleydi:

Bir gelip bir giden nedir?

Cevap: Elektrik.

Bir gelip bir daha asla gitmeyen ne?

Cevap: Büyükbaba Şevardnadze

TÜRKİYE SEVGİSİ

Şevardnadze Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine ayrı bir önem verdi. Demirel’le yakın dostluk kurdu. Türkiye ye ziyaretlerde bulundu. Demirel de Tiflis’e gitti ve Şevardnadze’nin konuğu oldu.

Resmi bir ziyaret için Ankara'ya gelmeden önce Türkiye'ye övgüler yağdırmış ve Radyoda Gürcü halkına Türkiye ile iyi ilişkiler kurulmasının, dış siyasetinin en büyük başarılarından biri olduğunu anlatmıştı.

TARİHİ TEKLİF

Gürcülerin bu kurt devlet adamı Şevardnadze ülkesinin tekrar Rusya’nın esareti altına girmesinden endişe ediyordu. 1921’den 1991’e kadar kızıl ordunun hakimiyetinde kaldıktan sonra yeniden bağımsızlığını kazanmışlardı ve bunun öneminin farkındaydı.

Nitekim onun devlet başkanlığından ayrılmasından sonra Osetya ve Abhazya olayları ve Rusya ile yaşanan kısa savaş bu kaygısında haksız olmadığını göstermişti. Batı destekli Mihail Saakaşvili iktidara geldikten sonra bazı NATO ülkeleri, İsrail ve Yuşçenko Ukrayna'sının desteği ile Abhazya ve Güney Osetya'ya karşı Gürcü saldırısı planlandı. Gürcistan Osetya ve Abhazya operasyonlarının bedelini ağır ödedi. Ruslar iki yeri Gürcistan’dan kopardı ve Başkent Tiflis’e kadar ilerledi. Rus ordusu varılan anlaşma neticesinde kışlalarına geri çekildi.

Şevardnadze, her açıdan ihtiyaçları fazla olan Gürcistan’ın yeniden Rus hakimiyeti altına girmemesi için kendi ayakları üzerinde durma gayretlerini yoğunlaştırırken daha keskin bir formül olarak da Türkiye şıkkını deneme kararı aldı. Bu eksende Türkiye’nin tavrının ne olacağını merak ediyordu. Zira Şevardnadze dostluk kurduğu Demirel’e tarihi teklifi yapmayı kafasına koymuştu. Akıl kendisinin mi yoksa Batı telkinli miydi tartışılır ama sonuçta kendi kafasına da yattığı için olacak ki baş başa görüşme sırasında planını Demirel’e açtı.

Gürcü lider Şevardnadze “Türkiye Gürcistan’ı ilhak etsin. Gürcistan Türkiye’nin vilayeti olsun” deyiverdi. Gürcistan Türkiye ye bağlanmak için teklifte bulunuyordu

Demirel kırk yıl düşünse böyle bir teklifle karşılaşacağını hesap edemezdi herhalde. Tarihi bir olaydı ikili arasında yaşanan. Gereken görüşmeleri yapmadan evet yada hayır demesi mümkün değildi. Şevardnadze’ye bu sıcak düşünce nedeniyle teşekkür etti. Devlet yetkilileriyle değerlendireceğini, teklifi aktaracağını iletti.

Merhum Demirel Ankara’da Başbakan Mesut Yılmaz ve diğer yetkililere konuyu açtı. Gürcistan’ın Türkiye’ye katılmak istediğini anlattı.

Mesut Yılmaz’ın ne düşündüğünü sordu…

Tabi konu devletin çeşitli kademelerinde irdelendi. Sonuçta ilhak gerçekleşmedi.

Benim edindiğim notlar, Türkiye’nin Gürcistan’ı ilhak etmemesinde uluslararası dengelerin Türkiye aleyhine işleyeceği yorumunun öne çıktığı yönünde.

Ayrıca Gürcistanda o zamanlar her gün elektrik - su kesintisi yaşanıyordu. Nüfusun dörtte üçü yoksulluk sınırında yaşıyordu. Paraları, doğal zenginlikleri yoktu. Memurlara maaş verilemiyordu. Rüşvet, yolsuzluk, kayıt dışı ekonomi gibi sorunlar da vardı.

Türkiye’nin bu yükün altından kalkabilmesi için ciddi bedel ödemesi gerekiyordu. (Gerçi şimdi 6 milyon civarında sığınmacıyı-göçmeni üstelik sınır içinde bakıyoruz ya…)

Türkiye “ilhak” etme yerine Gürcistanla arasında, eşit partnerlik ve karşılıklı çıkar temeline dayalı, iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeyi daha sağlıklı buldu. Bu aynı zamanda Gürcistan’ın da menfaatineydi.

Türkiye bir Amerika, Almanya standartlarında ekonomik düzeye ulaşmış olsaydı Şevardnadze’nin teklifini belki de rahatlıkla kabul edebilirdi.

İşte yakın tarihimizden tarihi bir olay.

Ülkelerin tarihi de insanların kişisel tarihleri gibi… Ders alınacak o kadar çok şey var ki… Öyle olmasa 1. Dünya savaşında olduğu gibi bugün Rusya ile savaşın eşiğine gelir miydik? Üstelik de böyle bir kapışmanın emperyalizmin, siyonizmin işine geleceğini bile bile bunu yapar mıydık? Suriye de ateşin altına odunu ata ata bugünkü sıcaklığa getirdiler. Engelleyemedik, işin başında ağır kusurluyduk zira… Bundan sonra umarım her şey yoluna konulabilir…

Bitirmeden önce İlker Başbuğ tartışmasıyla ilgili de bir iki söz söylemek istiyorum. TSK’nın başını Genelkurmay Başkanını terör örgütü üyesi olarak 2-2.5 sene hapiste yatırmış ve sonra da ‘pardon’ deyip serbest bırakmışsınız. Şimdi bu mağduriyeti yaşayan birinin Meclis’te çıkan bir yasayı eleştirmesi niye garipseniyor ki? Üstelik o komutan bugün sivil biri. 26 ay hayatından çalınan hürriyetinden yoksun bırakılan Başbuğ başına bu badireyi açanlara karşı tepki gösteremez mi?

İlker Başbuğ tahliye edildiğinde "Cezaevi ne demek derseniz, cezaevi; acı, ızdırap, çile çekmek... Bu bir gerçek ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki, bütün bunlara rağmen şu an içimde hiçbir şekilde nefret ve intikam duyguları taşımıyorum. Çünkü inanıyorum ki, nefret ve intikam duyguları duyanlar aslında kendilerini de bir felakete sürüklerler. Nefreti sevgi alt eder. Biz böyle yetiştik. İçimiz sevgi dolu" demişti. İntikam hırsı beslemediğini açıklamıştı…

Ayrıca Meclisin çıkardığı yasalar eleştirilemez diye bir kaide de yok… İfade, inanç ve düşünce hürriyeti ortadan kalkmadıysa mesele olmaması lazım. Ben iktidarın yerinde olsam Başbuğ’u dava etmek, tepki göstermek yerine onu anlamaya çalışırdım..

Bugün en büyük güvencemiz TSK. Dün onun pek çok mensubunun canı yakıldı. Halen ders almadığımız anlaşılıyor…