İnsanların yaşamlarını devam ettirmeleri için gerekli olan gıda ve tarımsal üretim, stratejik öneme sahiptir. Neoliberal ideolojinin getirdiği dayatma, küresel ekonomideki gelişmeler ve devletlerin ulusal egemenliğinin yok edilme çabaları, gıda ve tarım sektörünü önemli ölçüde etkilemiştir. Ayrıca iklim değişiklikleri, artan yakıt ve gübre fiyatları, bioyakıtlar, artan gıda talebi, tarıma
olan desteklerin azalması, ticaret politikaları ve finansal piyasalar krizlerin tetikleyicisi olmaya başlamıştır.

Küresel sermaye, tarım arazilerine, tarımsal işletmelere, tahıl ambarlarına, gübre dağıtım merkezlerine, tarımsal girdi ve lojistiğe yatırım yapmaya başlamıştır. Diğer taraftan insanoğlu nüfusun hızla arttığını buna karşın kaynakların sınırlı olduğunu düşünmektedir. Oysa koronavirüs pandemisi de göstermiştir ki dünya ortak hareket edebilmektedir. Tarımsal üretimde de iyi planlama yapılır, uygun
teknikler kullanılır, kaynaklar çeşitlendirilir, üretim teşvik edilir ve ortak anlayış geliştirilirse sorunların küresel olarak üstesinden gelmek mümkündür.

Ancak sorun büyüktür artan nüfusa bir de iklim değişikliği ve su kıtlığı sorunu eklenmiş bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak her gelen yıl suya olan gereksinim ve talep artmaktadır. Buna ilaveten kullanılabilir tatlı su kaynaklarının azalma eğilimine girmesi, tarımda sürdürülebilirliği önemli ölçüde etkilemektedir. Özellikle sulamada verimliliği artırıcı çalışmalar yaparak tarımsal üretim ve arz
güvencesini destekleyen politikalarla, bitkisel ve hayvansal ürünlerin güvenilir gıdaya dönüştürülmesinin hedeflenmesi zorunluluktur.

Bunun yanı sıra kaynakların etkin kullanımı açısından toprak ve su kaynaklarının korunması, kullanılması ve arazi kullanım planlarının yapılması büyük önem taşımaktadır.

Bu noktada “mevcut görüşler ve gerçekler doğrultusunda yeterli önlem alınabiliyor mu?” sorusunu sormakta yarar bulunmaktadır, çünkü tarımsal ürünlerin arz ve talep esneklikleri düşüktür. Bu ürünlerin arzında ya da talebinde artış ya da azalış şeklindeki küçük bir değişiklik, fiyatlarında büyük dalgalanmalara neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerce sübvansiyonla desteklenen
ve bu nedenle ucuza alınan tarımsal ürünlerle gelişmekte olan ülkelerin ürünlerinin rekabet etmesi mümkün olamamaktadır. Bu durum adaletsiz gelir dağılımı nedeniyle yoksulluğu gündeme getirmekte kırsaldan şehirlere göçü hızlandırmaktadır. Bir başka anlatımla tarımdan uzaklaşmaktadır.

Türkiye’de ve dünyada iklim değişikliği konusu çok büyük önem taşımaktadır. Tüm ülkelerin ve Türkiye’nin iklim değişikliği konusunu daha bilimsel olarak ele alması gerekmektedir. Özellikle nüfus artarken, gıda ve beslenmedeki kalite yükselirken, tarımsal üretim seviyesinin artırılması zorunlu hale gelmiştir. Tarım yapılan toprak üstü açık bir üretim alanı olup tüm hava şartlarından doğrudan
etkilenmektedir.

Buna paralel olarak BM’nin açıkladığı “Gıda Güvenliği ve Beslenme” Raporu’nda dünyada 10 yıldan uzun bir süredir gerileyen açlığın, 2016 yılında yükselişe geçtiği ve 815 milyon insanın aç olduğu ortaya konmuştur. 2050 yılında 10 milyara ulaşacak dünya nüfusunu beslemek için tarım ve gıda üretiminin en az yüzde 50 oranında artırılması gerekmektedir.

Ayrıca Henry Kissinger’ın bir sözünü burada hatırlamakta yarar bulunmaktadır. “Petrolü ele geçirirseniz; Tüm Ulusları kontrol ederseniz" "Gıdayı ele geçirirseniz; Tüm insanları kontrol edersiniz! Bu ifade günümüz dünyasının bir sorunudur. Üretilen ve tüketiciye sunulan gıdanın dünya nüfusunun ihtiyaçlarına yetip yetmeyeceği sorusunun gizli cevabı burada yatmaktadır.

Tarımsal ve ekonomik gelişmede seçenek olarak görülen yabancı sermaye, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınma süreçlerinde sermaye yetersizliğini hafifletmede kullanılan önemli bir kaynak olarak görülmektedir.

Ancak yabancı yatırımcı, bir ülkeye yardım etmek veya kalkındırmak üzere değil, sadece kendi çıkarlarını en üst düzeye çıkarmak için gelmektedir. Bu durum yatırımcının yararı ile yatırım alan ülkenin yararının kesiştiği “optimum nokta” nın iyi hesaplanmasını zorunlu kılmaktadır. İklim değişikliğine bağlı olarak su döngüsündeki ve sıcaklıklardaki değişiklikler ile olası mevsimsel kaymaların doğrudan bu sistemlerin kontrolünde olan tarım sektörünü etkilemesi kaçınılmazdır. Sıcaklık ve yağış düzeninin değişimine bağlı olarak tarımsal zararlıların yayılım alanları ve türlerinde artışlar söz
konusu olacaktır.

Tarımda öngörülen iklim değişiklikleri, üretimi, üretim yerlerini ve hayvancılığı etkileyecek, aşırı hava olaylarının şiddeti, sıklığı ve artma olasılığı tarımda rekoltenin azalması riskini önemli ölçüde artıracaktır. Bu durum doğrudan gıda güvencesi ile ilgilidir. İklim değişikliğinin tarım sektörüne olan etkisi, gıda güvencesini de olumsuz etkileyecektir. İklim değişikliğinden kaynaklanan etkilerle; tarımda su mevcudiyetinin azalması, su kalitesinin bozulması, biyolojik çeşitliliğin ve ekosistem dengesinin korunamaması, dolayısıyla tarım ekosisteminin bozulması, sürdürülebilir tarımsal üretim
desenlerinin değişmesi, hayvancılığın etkilenmesi, meraların bozulması, çiftçilerin iklim değişikliğine uyum konusunda kapasitelerinin yetersizliği gibi koşullar sonuçta gıda güvencesini tehlikeye sokmaktadır.

Türkiye’de henüz, iklim değişikliğinin yarattığı ve giderek artan risklerin geleneksel kalkınma politikaları açısından sonuçları, hükümetlerin ya da özel sektörün yatırım kararlarına net bir şekilde yansımamıştır. Oysaki değişken ve belirsizlik içeren iklim koşulları, yatırım riskleri arasında iklimsel risk faktörünün de değerlendirilmesini, hatta projelerin fizibilite aşamasında iklim
değişikliği etkilerinin standart bir biçimde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.

Tarım, özellikle dış pazara açık ekonomilerde rekabet edilebilir bir özellik taşıdığı takdirde ilgili ülke ekonomisine katkı sağlayabilir Türkiye, son yıllarda tarımsal üretim, modern tekniklerin kullanılması, nitelikli ve yeterli miktarda ürün elde edilmesi, katma değer yaratma, markalaşma, tarımsal ihracat gibi alanlarda önemli yatırımlar yapmaya çalışmıştır. Ancak, son ürünün ihracatı için
gerekli rekabet gücüne erişemediği için gereksinim duyduğu ürünleri de ithal etme durumunda kalmıştır. Burada vurgulamak gerekir ki küçük işletmeler destekten yeterince yararlanamadığı için gerçek üretici tarım dışına itilmiştir.

Ayrıca Tarım sektöründe uygulamaya alınan politikaların etkilerini kısa dönemde görmek oldukça güçtür. Bu politikaların etkileri ancak orta ve uzun vadede görülebilmektedir.

Bunlara paralel olarak nitelikli tarımsal eğitimin ne denli önemli olduğunun altını çizmekte yarar bulunmaktadır. Özellikle tarım eğitiminde uygulama son derece önemlidir. Bu nedenle tarımsal eğitim kurumlarının çiftliklere sahip olması buralarda öğrenci uygulamalarının yaptırılması gerekmektedir. Ne var ki çiftliğe sahip olanlarda ise bütçe olanaklarının sınırlı olması nedeniyle yeterince
eğitim verilememektedir. Başarının temel dinamiğini, verimli üretim modeli, AR-GE, yatırımlar, piyasa denetimi, pazarlama stratejisi, tarımsal örgütlenme ve uzun vadeli sürdürülebilir tarım politikaları olarak sıralayabiliriz.

Son olarak, ülkelerin yabancı sermayeyi kabul ederken, yabancı sermayenin çıkarları uğruna ülkelerinin çıkarlarını olumsuz etkilememesi için önlemler alması gerekmektedir. Suya olan talebin azaltılması ve suyun tasarruflu kullanımı için akılcı su kullanımına gidilmeli, su havzaları ile tarım havzalarındaki su kullanımı ve yönetimi entegre edilerek suyun teknik ve idari yönleri birlikte ele alınmalıdır. Tarım ve gıda sektörü ile ilgili yatırım ve teşviklere, mutlaka o bölgenin değişmesi muhtemel iklimine göre karar verilmelidir. İklim değişikliğinin tarım sektörüne etkileri her yıl artarak devam etmektedir. Önümüzdeki yıllarda da devam etmesi beklenmektedir.

Bu nedenle tarımsal üretimin korunması için tarım sigortasının kapsamı genişletilmelidir. Tarım sektörünün en önemli sorunu olarak görülen yüksek girdi fiyatları üretim ve verimlilikte düşüşe neden olacağından tedbir alınması gerekmektedir. Burada ülkemizdeki küçük işletmelerin sayısal fazlalığı verimsiz işletmelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenlerle kooperatifleşme teşvik edilmelidir. Önümüzdeki dönemde canlı hayvan ve kırmızı et ithalatının azalması gerekmektedir. İthalata bağımlılığının azaltılması için üretimi artırıcı projelerin hayata geçirilmesi zorunludur.

Yaş meyve ve sebze fiyatlarını düşürmek çözüm olmamaktadır. Piyasanın düzenlenmesine yönelik Hal Yasası’nda yapılacak değişikliğin mevcut yapının gerisinde kalması halinde, sorunun katlanarak büyüyeceği gözden uzak tutulmamalıdır. Yine önümüzdeki yıllarda her geçen gün daha da ağırlaşan tarımda işçilik sorunun büyümesini engellemek gerekmektedir. Bu nedenle Meslek Yüksekokullarının konu ile ilgili birimlerinden mezun olanlar tarımda yüksek teknoloji kullanımını sağlamak üzere eğitilmeli ve elemanların istihdamı için özel teşvikler getirilmelidir.

Kaba yem ihtiyacının karşılanmasına yönelik hayvancılığa dayalı yem bitkisi üretimi özendirilmelidir. Meraların, ıslahı için ihtisas sahibi üreticilere ve uzmanlara önemli teşvikler sağlanmalıdır. Arz ve talep dengesinin ayarlanmasını esas alan üretim planlamasının yapılması gerekmektedir. Bunlara ilave olarak haksız rekabetin önüne geçilmesinin, gıda güvenliği ve arzı için hayati önem taşıdığı
gözden kaçırılmamalıdır.