Aslında M.Ö 3000’li yıllardan itibaren Türkmenistan ile İran arasındaki bölgeden başlayarak Anadolu’ya kadar olan bölgede ciddi bir Türk varlığı olduğunu biliyoruz. Anev, Part, Saka veya Ege uygarlıklarında adı gecen İskitler ve Etrüksler köken olarak bu bölgeden gelenler veya uzantılarıdır. Sakalar M.Ö 15 ve 8. Yy, Etrüksler M.Ö 1300 yılları gibi. Sümerleri de bu gruba rahatlıkla ilave edebiliriz. Tabii coğrafyayı biraz Hazar’ın Kuzeyine kadar uzatmamız gerekecek. Özellikle Part İmparatorluğu’nun Türklüğü şimdiki Pers milliyetçilerinin çok zoruna gitmektedir. Çünkü Partları çıkardığınızda İran coğrafyasında Pers uygarlığı diye bir şey kalmaz. 

Bu yazıda ben iki farklı tarihsel dönem karışmasın diye bilerek o kadar geçmişe gitmiyorum. Neyse kaldığımız yerden devam edersek…Kuzey Doğu (Güney Türkmenistan ve Horasan) Türkleri bölgesinde Türkçe’nin Oğuz Grubuna ait olan Türkmen Türkçe’si konuşulmaktadır. Bugün Gülistan diye anılan bölgenin kuzey kısmında ve az sayıda da Horasan ‘da yaşayan Türkmenler, temel olarak eski oğuz ellerinden Salur, Imur, Dodurgalar’dandır. Halen bu bölgeler Göklen, Yomut ve Teke Türkmenleri adları ile tanımlanırlar. Bu bölgede çok az sayıda Kazak Türkü de bulunmaktadır. Son zamanlarda bu Kazak Türkleri, Kazakistan Cumhurbaşkanının talimatı ile Kazakistan’a göçmektedirler. Türkmenler genelde Hanefi-Sünni Müslüman’lardır. Horasan’ın kuzey bölümü yani Deregez, Şirvan ve Bocnurd’un genelinde ve Nişabur, Sebzevar, İsferayin, Türbet-e-Heyderiye’nin bir kısımında da Türkler yaşamaktadır. Şii – Caferi olan Horasan Türkleri, Azerbaycan ve Türkmen Türkçesi arasında bir lehçeyle konuşmaktadırlar. Aynı zamanda Özbek Türkçesi etkilerine de rastlamak mümkündür. Horasan Türkleri genelde Geraylı, Timurtaş, Çağatay, Celayir, Karşıkuzey, Afşar, Bayat, Usataçli, Ecirli, Kengerli, Karagözlü ve başka illerin birleşmesinden oluşmuşlardır. 

Güney ve Merkezde ise Türkler dağınık halde yaşarlar. Genelde Lorlar, Farslar, Araplara komşu olan bu Türkler, Kaşkay, Hamse, Kirman, Huzistan, İsfahan ve Erak Türkleri diye anılırlar. Kaşkaylar genelde Fars, Çarmahale, Behtiyari, Gohkiluye ve Boyer Ahmet illerinde, çok az sayıda da Buşehr ve Huzistan da yaşarlar. Bu bölgelerin boyları Kayı, Afşar, Bayat ve Halac boyları olarak tanımlanır. Hamseler Fars ilinin doğusunda yani, Neyriz kentinin çevresinde yaşarlar ve Usanlu, İnanlu ve Nefer boylarındandırlar. Kaşkaylar ve Hamseler göçebe olarak hayat sürmektedirler. Kirman Türkleri Afşar ve Bıçakçı boylarından olup Sircan ve Ciroft kentlerinde yaşamaktadırlar. Huzistan Türkleri Ağaceri ve Afşar boylarından olup Ağaceri, Ramhormoz ve Şuşter çevresinde yaşamaktadırlar. İran diye bilinen coğrafyanın merkez Türkleri genellikle Bayat boylarından olup İsfahan‘ın Feriden bölgesinde ve Henduder bölgelerinde yerleşmişlerdir. Bu bölgelerde yaşayan Türklerin tamamı Şii–Caferiler olup Azerbaycan Türkçesinin bir ağzını konuşmaktadırlar. 

İran diye adlanan coğrafyadaki Türkler, daha doğrusu Güney Azerbaycan Türkleri, Türkiye’den sonra en büyük Türk topluluğudur. Ancak maalesef ülkede egemen olan Fars şovenizmi ve asimilasyon politikası doğrultusunda, bu Türk nüfusu 100 yıldır tehlikeli bir dönem yaşamaktadır. Bu durum ülkenin merkez, güney ve iç kısımlarında daha belirgin hale gelmiştir. Ülkedeki Türk nüfusu 21. yüzyılda ana dilinde yazıp okumaktan mahrum olarak gün geçtikçe korkunç bir dil bozulmasına sürüklenmektedir. Baskıcı Fars milliyetçiliği, sayılarının az olmalarına rağmen, bütün eğitim mekanizmalarını ellerinde bulundurarak ülkede asimilasyon politikasını yürütmektedir.

Tekrar İran yönetimindeki tarihsel kronolojiye dönersek Kaçar hanedanlığı 1925 yılına kadar ayakta kalmıştır. Son hükümdar Ahmet Kaçar, İran’ın İngiltere’nin kolonisi haline geçmesine engel olmak istemiş ama İngiltere’nin tertiplediği bir darbeyle devrilmiş ve yerine İngiltere’nin eğitip desteklediği Rıza Han geçmiştir. Bin yıllık Türk egemenlik dönemi de böylece kapanmış ve Farsi kökene mensup Pehlevi ailesinin yönetimi başlamıştır. Şoven bir Fars politikası güden Şah, Türkleri ve diğer etnik toplulukları büyük baskı altında tuttu. Ayaklanmalar şiddetle bastırıldı. Güney Azerbaycan bölgesindeki Azerilerde yıllar içinde kendi bölgelerine hiçbir yatırım yapılmaması nedeni ile özelikle başkent Tahran’a akın ettiler. Bu arada, Azeriler, ikinci dünya savaşının bitimi ile birlikte Sovyetler’in de desteğiyle 1945’te Azerbaycan Milli Hükümeti’ni ilan ettiler. Tebriz’i ve bölgeyi denetim altına aldılar. Ancak ABD ve İngiltere’nin baskısı ve Pehlevi rejimiyle yapılan gizli anlaşmalardan sonra Sovyetler, İran Azerilerine destek vermekten vazgeçti. Şah Pehlevi’nin ordusu Güney Azerbaycan’a girdi ve Azeri ayaklanmasını bastırdı. 50.000’ne yakın insan öldürüldü, bir o kadarı Sovyetlere kaçtı, 20.000 kişi de sürgüne gönderildi. Buna rağmen 1950’de Azerilerin milliyetçi lideri Dr. Musaddık seçimleri kazandı ve İran’a başbakan oldu. Şah Rıza, ülkeden kaçtı. İran petrolünü millileştirme vaadi ile iktidar olan Musaddık, sadece Azerilerin değil bütün etnik toplulukların desteğini almıştı. Ancak Musaddık 2,5 yıl başbakanlık yapabildi. İngiltere&ABD yapımı bir askeri darbeyle devrildi ve sürgüne gönderildi. Daha sonra gelen yeni Şahında baskı rejimine karşı Azerilerin mücadelesi tabi ki devam etti. Hatta halkın Mücahitleri (HMÖ) ve Halkın Fedaileri örgütleri de Azeriler tarafından kurulmuştur. Şah rejiminin yıkılmasına zemin hazırlayan ilk ayaklanma da 1979 yılında Tebriz’de patlak verdi. İsyancılara karşı tank ve helikopter kullanan Şah, bir yıl sonra İran’ı terk ederken, ülkede İslam Cumhuriyeti ilan edildi. Ne yazık ki yeni yönetim de, paniranizm politikasından vazgeçmedi. 

Azerbaycan’ın Erdebil Eyaleti’nin Astara şehri, Gilani eyaletine verildi. Ve yıllardan beridir Batı Azerbaycan eyaletine Kürtlerin topluca göç  ettirilmesi siyaseti devam ettirildi. Batı Azerbaycan eyaleti Tahran rejimi tarafından Azerbaycan’dan koparılıp ve Urumiye şehrinin güneyinde Kürdistan eyaleti kuruldu. Bu eyaletin % 63’ü Güney Azerbaycan topraklarıdır. Gürve, Bicar, Bana, Süngür, Hasanabad gibi Türk şehirleri İran rejimi tarafından Kürdistan eyaletine dahil edilmiştir. 150 tane Güney Azerbaycan Türk köyü de Kürdistan Eyaleti içerisindedir. Emperyalist İran rejimi Türk bölgelerine Kürt nüfusu yerleştirmek için göçen Kürtlere bedava ev ve tesisler yapmaktadır. Ayrıca yeni yeni Kürt şehirleri ve Kürt köyleri kurmaktadır. Güney Azerbaycan Türkleri ilerde topraklarını geri almak üzere belki de Kürtlerle karşı karşıya gelecektir. Her halükarda Güney Azerbaycan Türkleri kendi topraklarını geri almak için hazırdırlar. İran rejimi her zaman olduğu gibi ekonomik bakımdan Güney Azerbaycan da hiç bir yatırım yapmamış ve oraları cahil bırakmaya çalışmış ve yine Güney Azerbaycan’ın yer altı ve yerüstü zenginliklerini sömürerek Farsların yoğun olarak yaşadığı bölgelere aktarmıştır ve bu nedenden dolayı 8 milyon Güney Azerbaycan Türkü yerlerini ve yurtlarını terk ederek, Farsların yaşadığı bölgelere göç etmiştir. 1 milyon Güney Azerbaycan Türk’ü ise Amerika ve Avrupa’ya zorunlu olarak göç etmek zorunda kalmıştır. İran’ın başkenti Tahran da bile bu gün 6 milyona yakın Türk yaşamaktadır. Yukarıdaki bahsettiğimiz zorunlu göç yani ekonomik ve siyasi baskılardan dolayı Güney Azerbaycan’daki Türk nüfusu 30 milyona düşmüştür. 

Bu arada, 1923’de Anadolu’da yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulunca haliyle Azerbaycan’la komşu oldu. Genç cumhuriyet, kurulur kurulmaz dış Türkleri tanıma ve ilişki kurmaya teşebbüs etti. Örnek olarak 1927 de Azerbaycan Türklerini tanımak ve tanıtmak amacıyla 92 sayfalık bir rapor hazırlandı. Bu raporun adı “İRAN AZERBAYCAN’I TADKİK RAPORU” ve Osmanlıca idi. Rapordaki bir cümleye dikkat çekmek isterim. “İran’ın Türkiye’deki mekteplerine mukabil bizim de kendi tâbi’lerimizin çocukları için olsun, Tebriz ve Urmiye’de bir mektebimiz olmalıdır”

Son olarak, Güney Azerbaycan Türk milletinin, 100 yıldan beri Fars hükümetleri tarafından yenmiş ve yenmekte olan en tabii haklarını yeniden elde etmek ve bağımsızlığa kavuşmak amacıyla verdikleri haklı mücadelelerine pek çok geçerli neden yüzünden destek vermeliyiz. Örneğin, İran’ın Ermenistan’a desteği utanç vericidir. ‘‘Tahran’da yakılan Türk bayrağı Mersin’dekinden renksiz midir? Her sene 24 Nisan’da İran devletinin resmi müsaadesiyle Tahran’da Ermeni Taşnakları tarafından sözde soykırım gösterisi bahanesiyle Türkiye bayrağı yakılmakta ve tek bir resmi makamdan (Türkiye Büyükelçi’sinden) dahi bir tepki verilmemekte, sessizlikle karşılanmaktadır. Bu olay ülkedeki Azerbaycan Türkleri tarafından protesto edilse ve her sene çatışmalar yaşansa da, İran devleti hala bu yardakçılıktan vazgeçmemektedir. Tarihsel olarak da ciddi hatalar yapıyoruz. Türk devletlerinden bahsederken neden büyük bir Türkçe divanı bile bulunan Şah Hatayi tarafından kurulan özbeöz Türkmen (Oğuz) boyu Safevi İmparatorluğu’ndan (1499-1735), Türkçü bir anlayışa sahip Nadir Şah’ın kurduğu Afşar Devleti’nden (1735-1803), Kaçar Memalik-i Mahrusesi’nden (1785- 1925) ve Güney Azerbaycan Cumhuriyeti’nden (1945-46) hiç bahsetmiyoruz? Bu coğrafyada (şimdilik İran da dahil olmak üzere) Anadolu’dan dahi önce başlayan dörtbin yılı aşkın Türk yönetimi geçmişi nasıl yok sayılabiliyoruz? Neden İran coğrafyasına (Büyük Horasan ve Azerbaycan da dahil olmak üzere) Acem ülkesi gözüyle bakılmaktadır? Osmanlı ve Selçuk ne kadar Türk ise Azerbaycan eksenli Şii, Afşar ve Kaçar Devletleri de o kadar Türk’tür. Neden bizler hemen yanı başımızdaki 40 milyonluk Güney Azerbaycan ve Afşar-Kacar-Kaşkay Türkü’nün varlığından bile haberdar değiliz? Neden Atatürk dönemi hariç, Farsilerin baskısında kalan ve defalarca soykırıma ve asimilasyona uğrayan soydaşlarımıza yönelik hiçbir koruyucu ve kollayıcı kültürel&politik program dahi izlenmiyor? Oysa İran yönetimi 100 yıldır buradaki Kürt aşiretlerini de, Türk kökenli (!) Caferileri bile siyasi güdümleri doğrultusunda sürekli sinsice kullanmaktadır. Burada duyarsızlık mı, yoksa bilinçli bir art niyet mi aramak gerekiyor? Bütün İran vatandaşlarının Ari ırkından olduklarını, dil, edebiyat ve kültürlerinin Farsi olduğunu, İran’ın siyasi ve medeni tarihinin Fars milletinin tarihi olduğunu savunan’’ İrandaki faşist gelenek, ülkedeki zengin kültürel çeşitliliği eskiden şah dönemlerinde günümüzde ise İslam cumhuriyeti adı altında yok etmeye çalışmaktadır. Bunlara bilinçli bir şekilde karşı koymanın ve hesap sormanın zamanı çoktan gelmiştir.