Yahudiler için büyük felaket olarak nitelendirilen ve M.Ö 596 da Babillilerin Kudüs’ü ele geçirmeleri sonrası başlayan “Babil Sürgünü”, Pers hükümdarı Keyhüsrev’in Babil Krallığı’na son verdiği M.Ö 538 tarihine kadar sürer. Keyhusrev, İsrailoğullarına “vaat edilmiş topraklara” (dünyadaki en büyük yalanlardan birisidir, diğeri de “seçilmiş halk” olgusu) dönmelerine izin vermesinin yanında, Süleyman Mabedinden getirilen kıymetli eşyaları da iade eder.
Elli bin Yahudi de Filistin’e geri dönerler. Zengin olanlar ise Babil’den ayrılmazlar ve işlerine devam ederler. Geri dönenler ise yeni yerleşim yerleri yapmaya başlarlar ve müttefikleri haline gelen Pers Kralı I. Darius’un da mali yardımıyla M.Ö 520’de yapımına tekrar başlanan Süleyman Mabedi’ni de 515 de tamamlayıp büyük bir törenle (Aslında ne eskisi ne de yenisi sanıldığı kadar büyük değildir. 8-10 dönümlük tek veya iki katlı 2 veya 3 adet birbiri ile bağlantılı bir taş yapı idi temeli bile en fazla beş altı metreye kadar inerdi) açarlar. Bir diğer Pers kralı Xerses zamanı da, kralın eşlerinden biri olan Yahudi Ester sayesinde tamamen tasfiye edilme riskinden de kurtulurlar.
Yahudiler, Persler sayesinde kaybettikleri her şeyi bu tarihlerde tekrar kazanırlar. Bu yüzden de Yahudiler aslında Perslere her zaman tarih boyunca yardımcı olmuşlardır. Örneğin, Babil’deki tutsaklığın ardından yazılmış olan İşaya kitabının son bölümündeki, “Kiros (veya Koreş) benim çobanımdır ve bütün muradını yerine getirecektir, Kudüs yeniden kurulacaktır, mabedin temeli yeniden atılacaktır ve o bunları gerçekleştirecektir, diyen o rab benim. Aslında Rab yerine Yehova da kullanılıyor ve Yehova da İsrail’ in kurtarıcısı olarak geçiyor. Hatta, güya Yehova, Koreş’i yüreğine dokunarak etkilemiştir. (İşaya 44:28).
Hemen sonraki bölümde ise daha ileri gidilmektedir. Önünde milletlere baş eğdirmek, kralların gücünü kırmak, kapanmasın diye çift kanatlı kapıları açmak için sağ elinden tuttuğu mesihine, Koreş’e, Yehova şöyle diyor: “Senin önünden ben gideceğim; tümsek yerleri dümdüz edeceğim. Tunç kapıları ben parçalayacağım; demir sürgüleri kesip devireceğim. Seni adınla çağıranın, Ben, İsrail’in Tanrısı Yehova olduğumu anlaman için karanlıkta saklanan, gizli yerlerde tutulan hazineleri sana vereceğim. (45: 1,2,3,4). Gerçi Koriş, Med ve Lidya’lılara da iyi davranmış, zenginliklerini almış ama sosyal yaşam ve ibadetlerine dokunmamıştır.
Gelelim bütün bunların günümüze yansımasına. İslam dünyası içinde Arap ve Türk olmaması sebebiyle ve Yahudilerle gizli ittifakları doğrultusunda ayrıcalık tanınarak İran tarih boyunca bir şekilde hep korunmuştur. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’ nu parçalayan, Arap yarımadasını cetvelle çizilen sınırlara sahip küçük devletler haline getiren Sykes&Picot Antlaşmasını kurgulayanlar (imzalayan İngiltere ve Fransa ile destekçileri ABD, İtalya ve Rusya) nedense İran’a hiç dokunmamışlar ve toprak bütünlüğünü korumuşlardır.
Keza 2. Dünya savaşından sonra da Şah Rıza Pehlevi’nin Almanya yanında yer almasına rağmen İran’ın toprak bütünlüğü yine korunmuştur. Sadece baba Pehlevi indirilmiş ve yerine İngiltere yanlısı oğul Pehlevi getirilmiştir. Kadı Muhammet önderliğinde Mahabatta kurulan Kürt Cumhuriyetine ve Azeri Özerk bölgesine ise son verilmiş hatta Kadı Muhammed asılmıştır.
1979 devrim sonrası İran&Irak savaşı boyunca bile İngiltere, ABD, Fransa ve İsrail hiçbir etnik unsuru kışkırtmadılar, onlara yardım veya vaatlerde bulunmadılar. Halkın Mücahitleri Örgütü’nü saymazsak Ortadoğu’da İran hiçbir terör örgütünün saldırısına uğramadı veya dışarıdan kaynaklı iç karışıklıklar yaşamadı. PKK’ nın İran kolu olan PJAK bile İran da ciddi bir tehdit unsuru hiç olmadı. Zaten Humeyni’de aslında İran da çok güçlenen sosyalistler Afganistan’da olduğu gibi SSCB destekli bir darbe yapmasın diye Paris’den CIA kontrolünde gönderilmişti.
Humeyni’de ilk olarak şahı birlikte gönderdikleri ülkedeki tüm sosyalist ve komünist grupları dağıttı ve kadrolarını hapislerde yok etti. Humeyni’ nin gelmesinin ikinci nedeni de sözde İslam devrimini kalıcı kılma ve ihraç etme faaliyetlerdir. Çünkü Siyasal İslamcı bir ülke her zaman zayıf kalmaya mahkûmdur ve bunu da Siyonistler çok iyi bilmektedir.
Sonuç olarak, 2500 yıl önce başlayan Pers&Yahudi kardeşliği günümüzde de devam etmektedir. Perde önünde atılan sloganlara bakmayın, arkasında farklı işbirlikleri ve karşılıklı çatışmazlık ilkesi bulunmaktadır. Hatta Şii ekseni, İsrail için bir tehdit değil, Sünni dünyasını birlik halinde hareket etmeden İsrail’den uzak tutmak için planlanan bir durumdur. O yüzden emperyalistler, başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasında Şii&Sünni mezhep çatışmasını canlı tutuyorlar. İran’ı yöneten molla rejiminin eline “dış düşman” kozu veriyorlar. İranlılar en hassas olduğu mezhep hususunda İran halkını konsolide ediyorlar. Hatta, Libya, Suriye, Irak gibi ülkelerde İran yanlısı gruplara da örtülü destek sağlıyorlar. Dahası Persliler, İslam orduları tarafından feth edilmelerini ve zorla Müslüman yapılmalarını unutmuyorlar. İslam ordularının ve islamiyetin Pers medeniyetini yok ettiğini savunuyorlar. Hatta Firdevs ünlü Şahnamede bunu konu etmiştir.
Dahası Hz.Ömer ve Hz.Ebubekir’i sevmemelerinin asıl nedeni o dönem iki ayrı büyük savaş sonucu İslam orduları karşısında alınan büyük yenilgilerdir. Suriye iç savaşında İranlıların (asıl olarak Vehhabi geleneğinde görülen ve asla Şia geleneğinde olmayan) Halid Bin Velid’in türbesini yerle bir etmelerinin arkasında yatan neden de budur. H. Velid, Pers Devletini yıkan ordunun komutanıydı.
İran milli eğitiminde dahi Perslilik tüm medeniyetlerden üstün olarak anlatılır ve Yahudilere yapılan yardımlar övülür. Arap, Moğol ve Türk ordularının kendi medeniyetlerine saldırdıkları anlatılır. Safevi Devleti Hakanı öz ve öz Türk ve Alevi ve Dedebaba olan Şah İsmail’in, İran’ın içlerine kadar Şiiliği yaymasını dahi Pers medeniyetine saldırı olarak görürler. Şia’ yı bu kadar ön planda tutmaları, Hz. Ali’yi çok fazla yüceltmeleri ve Ehlibeyt sevgisi de aslında İslami yaşayış ve düşünceye karşı yönelik genel bir tepkinin yansımasıdır. Hatta bazıları bunlara özde Mecusi olan “Kripto Persler” derler.