Öncelikle, İstibdat, (despotluk): Hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, mutlak hâkimiyet; anlamına gelir. Meşrutiyet yönetimini tahta geçebilmek için kabul eden II. Abdülhamit, Sadrazam’ın gölgesinde kalmayı hazmedemeyerek, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek parlamentoyu, (Meşrutiyeti) lağvetmiştir. II. Meşrutiyet ilan edilene kadar geçen döneme Abdülhamit’in İstibdat (baskı) dönemi denir. Bu dönemde anayasal haklar kısıtlanmış ve baskılar artmıştır. Yapılan baskı çoğunlukla “meşrutiyet yanlıları” üzerine olmuştur. Hafiye teşkilatı kurulmuş, jurnalciler teşekkül etmiştir.

Peki Abdülhamit neden AKP’liydi? Çünkü bir zihniyet benzerliği bulunmakta. Aslında 200 yıllık bir tartışma bu; Yenilikçiler ile gelenekçilerin, bilim ve aydınlanma karşısında dogmatizm ve tutuculuk, hala süren iktidar savaşlarının zemini, Türkiye kime kalacak? Yüzünü nereye dönecek? sorularının miladı…Ayrıca, 2. Abdülhamit AKP’yi destekleyen “ Yeni Osmanlıcıların” önderidir. Aynı şekilde aslında kurucusu 2. Mahmut olduğu halde GATA’ya, 2. Abdülhamit’in adının verilmesi de tesadüf değildir! AKP’nin fikirsel tabanı; Fatih Sultan Mehmet’ten, Kanuni Sultan Süleyman’dan daha çok Abdülhamit’i “bayrak” yapmıştır. Çünkü, Abdülhamit; bağımsızlık isteyenleri sürgüne gönderen, Cumhuriyet diyenleri susturan, Meclis kapatan bir padişahtır. Abdülhamit dönemi ayrıca vatan, bağımsızlık, özgürlük, meclis, cumhuriyet, Türk milliyetçiliği gibi kavramların yeşerdiği bir dönemdir; Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine kurulacağı fikri tohumların atıldığı, bu tohumların Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından olgunlaştırılıp, bir “devrim ormanı”na dönüştürüleceği günlerin başlangıcıdır. Gelelim sebeplere;

1- AKP Cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanmasını yaparken, Abdülhamit de Osmanlı tarihinin en yıkıcı borçlarının mimarıdır.

2- AKP özelleştirmeler yolu ile yerli ve milli olan ne varsa yabancılara pazarlayıp satmış, bu paralar ile kapanmayacak borç ödemesi yapmıştır. Abdülhamit ise; Duyun-i Umumiye’yi kurarak elde ne varsa yabancılara satmış, yabancı şirketlere büyük imtiyazlar tanımış, yine de borçları kapatamamıştır. Osmanlı’nın borcunu devamı olan Atatürk Türkiyesi kapatmıştır!

3- AKP döneminde emperyalizme karşı olan, Atatürk milliyetçisi subaylar ve aydınlar tutuklanmış, kumpas davaları ile hapis yatmış kimileri işsiz ve aç bırakılmıştır. Abdülhamit döneminde de ilk anayasamızın (Kanun-i Esasi) mimarlarından Mithat Paşa sürgün edildiği hapishanede boğdurulmuş, Mehmet Akif Ersoy’dan, Namık Kemal’e vatanseverler baskı, hapis ve sürgün yemiştir…

4- Her iki dönemde de basın sansür edilmiştir. AKP döneminde daha çok, çünkü en kalın esaret zinciri basın patronlarının burunlarına takılmıştır!

5-Abdülhamit tahttan indirildiğinde dünya tarihinin en zengin insanlarından biri olduğu anlaşılmıştır. 1 milyon altını vardı. “O kadar olacak Padişah’tı” diyebilirsiniz ama hayır! Hanedan mallarından, hazineden söz etmiyorum. Şahsi servetiydi ve bu altınları bir Alman Bankası’nda tutuyordu. (Damadı Şerif Paşa’nın Paris’te yayımlanan hatıralarından öğreniyoruz ki, Abdülhamit’in Osmanlı Bankası’ndaki büyük servetinden başka, Deutsche Bank, Deutsche Orientbank, Swissbank, Kredi Lione gibi yabancı bankalarda kişisel serveti var. Darphane’de basılan Hamidi denen altınlardan “Hiç kullanılmamış olanlar” yüzerlik “sucuklar” halinde ve onarlık destelerle Deutsche Bank ve Deutshce Orient Bank’a teslim edilmiş. Halk yiyecek ekmek telaşındayken, Ulu Hakan sucuk sucuk altınları binlik desteler halinde yabancı bankalara yatırmış. Yalnız Deutsche Bank’taki parası 1 000 080 000 altın. Yazıyla: Bir milyon seksen bin altın (Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri 3, İstanbul, Kasım 1966, s.107). Asıl servetinin hesabı ayrı, Abdülhamit’in yalnız Deutche Bank’taki altınları, bugünün parasıyla 1 Milyar Türk Lirası ediyor. Ancak bu parayı o zamanın millî geliri içindeki payıyla, o zamanın servetleriyle karşılaştırarak değerlendirebiliriz. Bu konuda Prof. Dr. Zafer Toprak’ın Millî İktisat kitabına bakabilirsiniz. Örneğin, Vahdettin’in Türkiye’den 5 bin altın kişisel servetiyle ayrıldığına dikkat çekersek, Abdülhamit’in yalnız Deutsche Bank’taki parası Vahdettin’in servetinin 216 katı oluyor. Abdülhamit, Deutshce Bank’taki bir milyondan fazla altınını tahttan indirildikten sonra İkinci ve Üçüncü Ordulara terk etmek zorunda bırakılıyor. Mahmut Şevket Paşa’nın isteği üzerine 4 Temmuz 1909 tarihini taşıyan bir mektup veriyor. Abdülhamit’in Deutsche Bank dışındaki serveti de Avrupa bankalarından Selanik’e getirilmiş, ancak onlara elkonulmuyor. Hazreti Muhammet, bir hadisinde şu büyük hakikati dile getirmişti: ‘Yöneticileri zengin olan kavimler yoksulluk içinde yaşar. Yöneticileri fakir ölen kavimler ise, mutluluk içinde yaşar.’

Gelelim Filistin meselesine; Tarihçi Doç Dr. Sezai Balcı ile Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu’nun, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yaptıkları uzun araştırmalardan sonra hazırladığı çarpıcı bir kitap var: -Rotschildler ve Osmanlı İmparatorluğu.

Bu kitaba göre Yahudi kökenli bu aileyle Osmanlı arasındaki ilk temas, 2. Mahmut döneminde başlıyor, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan itibaren de kesintisiz devam ediyor!.. Savaşlarda lojistik destek, silah satışları, borç alışverişleri hatta Yunanistan'ın Osmanlı devletine ödediği tazminata aracılık etmeye varıncaya dek bir yığın yakın ilişki belgeleriyle anlatılıyor..Gelelim 2. Abdülhamit dönemine; Ulu Hakan da Rotschild Ailesi'nden iki kez borç almış!.. 1891'de alınan 6 milyon 316 bin 920 sterlin tutarındaki borcun faizi yüzde 4, geri ödeme süresi ise 60 yıl!..1894'te alınan ikinci borç tutarı ise 8 milyon 212 bin 340 sterlin. Bu borç ise 15 Ekim 1955'e dek geçerli ve her yıl 329 bin 249 sterlin tutarındaki meblağın İngiltere Bankası'na ödeneceği belgelerde yer alıyor. Peki, bu borçlar hem de sultana şahsi olarak niçin bu kadar kolay veriliyor dersiniz?.. Belgeler de o da var, merak buyurmayınız:-2. Abdülhamit zamanında Rotschild Ailesi, Filistin'de koloniler kuruyor, Zat-ı Şahaneleri Filistin'de yaşayan yerli ve yabancı Musevilerin toprak almalarına izin veriyor. Kısacası Başbakanlık Osmanlı Arşivi yüz küsur yıl sonra Abdülhamit'in Teodor Herzl'e yazdığı “ölürüm de bir adım toprak vermem” mevzulu mesajın tamamen palavra olduğunu, memleketinin topraklarını aldığı şahsi borç karşılığında pazarladığını belgeleriyle önümüze koyuyor.

Bitmedi dahası var. Siyonizmin kurucusu ve İsrail devletinin babası olarak bilinen Theodor Herzl, 17 Mayıs 1901'de bu kez bizzat Abdülhamit tarafından kabul edilmiştir. Sultan, Herzl'e Yahudilerin iltica edebilmesi için bütün sınırlarını açık tuttuğunu anlatmıştır. Bu ziyaretten sonra Herzl, bu kez Birinci Dereceden Mecidiye Nişanıyla taltif edildi!..Aynı yılın aralık ayında İsviçre'nin Basel kentinde toplanan 5. Siyonist Kongre'sinde Herzl, Abdülhamit'e bağlılıklarını bildirmiştir. Hemen ardından da acilen İstanbul'a davet edildi. 19 Şubat 1902'de Saray Herzl'e Yahudilerin Anadolu, Suriye ve Mezopotamya dahil ancak Filistin hariç her yerde yerleşim faaliyetinde bulunabileceğini bildirdi. Herzl, beşinci ve son kez 28 Temmuz 1902'de Abdülhamit ile görüştü.. Mabeyin teşrifatçısı İbrahim Bey İstanbul'dan ayrılan Herzl'i şu sözlerle uğurladı: -Size Zat-ı Şahanenin son derece sempatisi ve hürmeti vardır. Sizin kavminiz için yapmak istediğiniz asil bir şeydir. Siyonizm esasen asildir!..

Son olarak, 31 Mart da 2.meşrutiyetin ilan edilmesine karşı çıkan kızıl sultan taraftarları bugünkü AKP’ lilerdir. Atatürk ise isyanı bastıran Türklüğü yüceltmek isteyen bir askerdi. Kısaca Atatürk, Abdülhamit ve onun zihniyeti ile mücadele etmiştir. 15 temmuzdaki darbeciler ve AKP aynı zihniyetin eseridir. Fetöcüler neyse, Süleymancılar, Menzilciler, İsmailağa vb..tarikat ve cemaatler de aynısıdır. 31 Mart da şeriat isteriz diye yeşil bayrakla sokağa çıkanların torunları AKP’lilerdir. Kısaca, yanına menzilci başbakan yardımcısı oturtup, Alparslan, Kılıçarslan, Osman Gazi, Fatih ve Atatürk kimlerle mücadele ediyorsa bizde onlarla mücadele ediyoruz demek edepsizliktir.