Normalde bir ülkede tarımsal ürünlerin fiyatları, hasat döneminden çok önce açıklanır ve muhakkak enflasyon + refah payı ilkesi gözetilir. Tarımsal ürünlerin maliyetine de ayrıca bakılır.
Tarımda kullanılan mal ve hizmet endeksine göre bu maliyet hesaplanır. Bu maliyet mayıs ayı itibari ile yüzde 78 olup, enflasyonun üzerindedir. Gıda ürünlerindeki yıllık enflasyon ise yüzde 92 seviyesine çıkmıştır. Neredeyse 45 aydır fiyatlar kesintisiz artmaktadır. Eylül 2021’den itibaren fiyatlar % 400 artmıştır. Örneğin, bir kilo balın üretim maliyeti 150 lira olmuştur.
Peki bu artışlardan, üreticiler faydalanmakta mıdır? Maalesef hayır. Üreticiden çok ucuza alınan ürünler, sanayici, kamu veya market raflarında 7-8 kat değerinin üzerinde fiyatlandırılmaktadır. Bu durum sonucunda mesela köylerde yaşayanların nüfusu yüzde yediye gerilemiştir. Genç çiftçi nüfusu çok azalmıştır. Bu arada BM Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) fiyat endeksi ise 125 puana yükselmiştir. Yani gıda arzı stratejik durumunu daha da artırmaktadır ama bizim gıda ihtiyacımız yıllık yüzde 20 fazlalaşmasına rağmen tarım nüfusu ve üretimi azalmaktadır. Dahası, açlık sınırının asgari ücreti aştığı ve yoksulluk sınırının ise iki katına çıktığı bir ülkede, bir de gıda fiyatlarının enflasyondan daha fazla artması, dar gelirli kesim için ciddi buhranlar yaratmaktadır.
Bakanlık ise atıl durumdaki tarım arazilerini özüne dokunmaksızın üretime kazandırma derdinde. Yıllık nerdeyse 10 milyon ton hububat ithal edip silolarını ithal ürünler ile dolduran TMO, bir de hububat alımlarında randevu sistemini çalıştıramayıp, çiftçiyi ürünlerinin değerinin çok altında para veren tüccara mahkûm etmektedir. AKP hükümeti de yeni tarım arazilerini tarıma kazandırma gayretinde. Resmen komedi yaşanıyor.
Formül basit, dövize endeksli veya enflasyon+refah payı kadar her sene TMO, Fiskobirlik veya Çay-Kur nisan ayında fiyatını açıklar ve yüzde yüz alım garantisini de verir. Köylü de ihya edilir ve kentlerden geri dönüşler bile başlar.
Çay demişken sizlere bir ülke adı vereyim. Sri Lanka. 320 bin ton çay üretiyor ve sıkı durun 1,2 milyar dolar ihracatları var. Biz ise 220 bin ton üretiyoruz ve ihracat gelirimiz 40 milyon dolar. 6 bin ton civarı ihracatımız var çünkü. Çay üretmeyen Almanya ve İngiltere 230 milyon dolar cay ihraç ediyorlar. Katma değeri yüksek marka değeri olan bir Türk çayı planımız yok. Sri Lanka bizden sadece 100 bin ton fazla çay üretip 1,2 milyar dolar parayı nasıl kazanıyor. Bunun üzerine gitmek gerekiyor. Ama gel de bunu AKP’li kafalara anlat.
Fındıkta da durum hemen hemen aynı. Çözümleri ve neler yapılması gerektiğini ben biliyorum. Yıllar önce “Fındıkta Dönen Dolaplar” adlı yazımda yazmıştım. Başka örnek vereyim. Bir ülkede sadece mısırda ithalat her sene yüzde 50 artar mı? Hadi artışı görüyorsun, yerli tohumlarla verimlilik esasına ve ölçek ekonomisine göre ülkemizde neden üretimi çoğaltamıyorsun. Üreticinin elinde ürün kalması ise ayrı bir komedi. Koskoca ülkede, 1000’den fazla tarım kredi kooperatifi var, belediyelerin pazar yerleri, tanzim satış yerleri var ama üretici elindeki ürününü satamıyor. Çözüm basit, devlet veya belediyeler kamyonunu gönderir. Yoksa kiralar gönderir. Gerekirse para verip hasadı yaptırır. Ürünleri de getirir, pazarlarda veya tanzim yerlerinde veya TKK mağazalarında satar. Hem üretici hem de tüketici bu işten son derece karlı çıkar. Aradaki aracılar ve hal mafyası da böylece derslerini almış olurlar.
Son olarak, küresel ısınma gıda güvenliğini tehdit etmektedir. Büyük ürün kayıpları yaşanmaktadır. Bizde yangına körükle gidip, yandaşlar daha da zengin olsun diye Muğla-Akbelen (Limak Holding) veya Kazdağları-Halilağa (Cengiz Holding) ormanlarını kestiriyoruz. Bölgelerin ekolojik ölümüne zemin hazırlıyoruz.
Yabancılara değerli orman veya tarım arazisi satışlarını, ülkenin her yerini saran kuraklık riskini, birer çevre felaketi olacak “Kanal İstanbul” veya D.Karadenizde düşünülen “Yeşil Yol” projelerini saymıyorum bile. Bu arada, tarım nüfusunun yüzde beşe düşürülmesinin, tarıma verilen destek primlerinin büyük ölçekli üreticiler lehine değiştirilmesinin ABD, AB, Dünya Bankası ve IMF projesi olduğunu da söylemem gerek. Peki bu projeleri uygulamak ülkeye ihanet değil midir? TARIM BİR BEKA SORUNU DEĞİL MİDİR?
Bunları cevaplamakta siz değerli okuyuculara düşmektedir..