Demokrat Parti, geniş tabanlı toplumsal koalisyon desteğini ancak popülist politikalar sonucu kazanmıştır. Bunu da geniş bir tabana dayalı ekonomik kalkınma ile sağlayabilmiştir. Formülü ise katı bir devletçilik ve mali genişlemedir. KİT’lerin çoğalması, devlet sübvansiyonların ve korumacılığın artması DP’ nin özellikle 1953 yılından sonra başvurduğu temel politikalar olmuştur. 1950-55 arası ulaşım, haberleşme, bayındırlık gibi fiziksel altyapı yatırımlarına ve makine, traktör gibi modern tarımsal teknoloji ithalatına ağırlık verilmiş. Ayrıca ucuz kredi ve yüksek destek fiyatları ile artan tarımsal ürün ihracatına dayalı bir büyüme sözkonusu olmuştur. Yani ayandan gelenler aslında yine kendi tarımsal gelişimlerine katkı sağlamışlardır. 

Sermaye birikimi belirli ellerde toplanmaya başlanmış, piyasaya yönelik dayanıklı aletlerin üretimi hız kazanmış, nüfus artış oranı yükselmeye başlamış, kentlere göçler hızlanmış ve inşaat sektörünün dinamizmi de buna eklenince ekonomide ciddi bir dinamik dönem oluşmuştur. İthal ürünlerin artması tarımsal ürün ihracatının azalmasıyla birlikte artan cari açığa karşı da DP tekrar ithalat kısıtlaması ve yüksek gümrük vergileri uygulamasına geçmiştir. İthal ikameci bir sanayi anlayışı da yine bu dönemde sayıları çok az olan ve devlet eliyle zenginleşen kesimlerin baskısı ile iyice egemen olmuştur.

Bu arada tüm teşviklere rağmen yabancı sermaye çok az gelmiştir. Artan ithalat ve cari giderler içinde kısa vadeli yüksek faizli dış borçlanmaya gidilmiştir. Yatırım için gelmeyen yabancı sermayenin borçlanma için hemen kaynak aktarması da tipik bir emperyalist tuzaktır. Enflasyonist baskılar sonucu da 1958 yılında ancak stabilizasyon önlemleri alınmaya başlanmıştır. Dahası kamunun ekonomideki payı azalmamış aksine artmıştır. Özellikle de ara malların üretimi özel sektöre ucuz girdi sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Çünkü DP’ nin, ileri gelenleri gayri resmi patronaj ilişkilerine ağırlık vermişlerdir. Hatta toplum&devlet ilişkilerini de bürokrasi yerine parti kadroları eli ile sürdürmeye başlamışlardır.

Öte yandan DP, liberal temellere dayanmayan 1924 anayasasını fazla merkeziyetçi olduğu için eleştirirken, meclis çoğunluğuna rağmen bu yapıyı “milli irade” anlayışı ile daha da temellendirmiştir. Hatta DP liler milli iradeyi doğrudan ve tek başlarına temsil ettiklerine inanmaya başlamışlardır. Zamanla aydınlar ve büyük sermaye sahipleri azalan kaynaklar ve stabilizasyon önlemleri ve anti-demokratik uygulamalar nedeni ile desteklerini çekmeye başlamışlardır. Sadece yüksek prim destekleri ile mobilize edilen tarımsal kesimin desteğini de din, medeniyet ve milliyetçilik ile daha da büyük bir kitle desteğine dönüştürebilmişlerdir. CHP’nin de DP’ yi sürekli cumhuriyetin kazanımlarından, devrimlerden fazlaca taviz vermekle suçlaması toplumda ciddi karşılıklar bulmasını sağlamıştır. DP ise buna karşılık bürokrasi, aydınlar ve cumhuriyet değerlerine bağlı geniş halk kesimlerini bastırmak için hukuk devletini yozlaştırma, anayasal hak ve özgürlükleri sınırlama gibi muhalefet basın ve üniversiteler üzerinde plebiseter bir otoriterliğe başvurmuştur. Neticede de CHP, basın ve bürokratik çevrelerin desteği ve ordu ile birlikte 1960 da kural tanımayan, baskıcı ve keyfi bir yönetim anlayışı sergileyen DP’ye müdahale etmiştir.

Bunlarla birlikte, Türkiye’ nin ilk çok partili demokrasi deneyiminin kısa sürmesinin 3 nedeni vardır. Birincisi otokratik baskıya açık merkeziyetçi siyasal yapı, ikincisi popülist mobilizasyona elverişli demokratik rejime denge sağlayacak pluralist kurumlardan yoksun toplum ve üçüncüsü ise uzlaşma geleneğinden uzak, kontrol felsefesine dayalı elit kültürü. Bu yapının kökenleri Osmanlı İmparatorluğu’nun patrimonyal düzeninde yatar ve etkileri günümüze kadar uzanır. Çünkü Osmanlı sosyal düzeni mozayik bir toplum dokusu üzerine kurulmuş merkeziyetçi bir siyasal yapıya sahipti. Bu yapı cumhuriyet rejiminde de merkeziyetçi niteliğini korumuştur. Merkeziyetçi bir sistem içinde iktidar eğer örgütlü siyasal güçler tarafından denetlenemiyor veya dengelenemiyorsa böyle bir sistem kolaylıkla otoriterleşebilmektedir. Uzlaşı geleneğini içselleştiremeyen siyasal yapıdaki insanlarda maalesef birbirlerine tahammül bile edemeyecek düzeylerde güya siyaset yapmaktadırlar.

Son olarak her parti veya siyasi yapı aslında milli iradeyi yansıtır. Önemli olan cumhuriyetin kazanımlarını, laik sosyal hukuk devletini korumak ve kollamaktır. Kim olursa olsun bunlara karşı çıkanlar ile mücadele etmek gerekir. Cumhuriyet değerlerine karşı odaklar ile işbirliği yapmak, onları güçlendirme ve anayasal değişiklikler ile önlerini açıp sonrada eleştirenlere “ceberrut” benzeri yakıştırmalarda bulunmak da mili iradeyi temsile saygısızlıktır..