Öncelikle demokrasi evrensel dayanakları ve nitelikleri olan bir yönetim ve yaşam biçimidir. Hatta bu yaşam biçimi bir kültür ve evrilerek gelişen bir formasyon devrimidir.

Bu yüzden de günümüzde ciddi derecede demokratik rejimler ile yönetilen ülke sayısı 30’u geçmez. Eskiden halk demokrasileri adı altında bir takım sosyalist ülkelerin bilimsellikten uzak, “izm” denemeleri vardı. Devlet kapitalizminden, mülkiyetsiz komünizme kadar. Batı demokrasileri ise siyasal mücadele ve rekabete dayanır. İktidarı ele geçirenler, gitmemek üzere basını ele geçirmezler veya polis devleti kurmazlar veya anayasaları işlerine geldiği gibi değiştirmezler. En önemlisi de otoriterleşme yöntemlerini denemezler.

Son 21 yıldır maalesef AKP ile biz bunları yaşıyoruz. Dahası, tekelci bir yapı ile siyasi rekabet olmaz. Gelişmişlik endekslerinde bile demokratik rejimlerin gerçek öğelerine göre sınıflandırmalar vardır. Serbestlik sadece piyasa olgusunda değil, siyasal rekabette de söz konusudur. Bizdeki gibi ucube tek adam rejimleri özgürlükçü ortamları engeller. Onu bırakın ekonomik kalkınmayı bile engeller. Hatta denge ve denetleme mekanizmaları yok olunca kaos ve keyfilik başlar.

Yanısıra çok fazla merkeziyetçi sistemler, siyasal iktidar dışında gelişen grupları bastırdıkları gibi yine merkezden bağımsız bir ekonomik düzenin ve toplumsal yapının gelişmesine engel olurlar. Örneğin feodalizmin mirasçıları olan batı toplumlarında devletten bağımsız bir piyasa ekonomisinin, güçlü bir girişimci sınıfın ve sivil toplumun, ardından da örgütlü bir işçi kesiminin tarihsel ve sosyolojik evrimi ile geliştiği yadsınamayacak bir hakikattir.

Bu çerçevede siyasal rejimlerin gelişmesi ve değişmesi, ekonomik, toplumsal ve kültürel koşulların siyaset ile kesiştiği noktada başlar. Demokrasi bir nevi uzlaşı kültürünün tarihsel mücadelesidir. Dar gelirliler, azınlıklar, küçük sermaye grupları da kendilerini daha rahat ifade etmek üzere en fazla çoğulcu demokrasileri isterler. 

Ama maalesef, AKP iktidarı gibi zihniyetler de muhalefetlerin alternatif olarak güçlenmesini engelleyecek tedbirler ve hileler peşinde koşarlar. Türkiye de ayrıca siyasal uzlaşma kültürü de bulunmamaktadır. Sol muhalefetin de çeşitli açmazları vardır. Sendikalaşmaya dayanmayan bir sol muhalefetin gelişememe, milli ve manevi değerlere önem vermeyerek oy kaybetme, liderlik sultası altında parti içi dinamizm ve yükselme sorunu vardır.

Sağ partilerde de bizim gibi Müslüman ülkelerde tarikat-cemaat batağına saplanarak cumhuriyete ve milli aidiyetlere hatta islama ihanet ederler.

Gelelim Demokrat Parti’ ye.. Öncelikle DP tanzimat ile başlayan merkez ağırlıklı bir yapıdan toplum ağırlıklı bir siyasal düzene geçişin son evresidir. DP aslında, 1876 Ayan Meclisi'ndeki toprak ağaları, çoğunluğu gayrimüslümlerden oluşan üst düzey bürokratlar ve yerel yöneticilerden oluşan ve Abdülhamit tarafından atanan, dikkat edin seçilen değil atananların devamı olan siyasi geleneğin MNP, MSP, REFAH, SAADET ve AKP gibi cumhuriyet dönemi uzantılarından bir tanesidir. Hatta daha geriye gittiğimizde Prens Sebahattin’in Ahrar Fırkası da ikinci tarihi siyasal duraklarıdır. Ahrar Parti Programın hazırlanmasında bile İngiliz Kont Léon Ostrorog yabancı parti programlarını tercüme etmiştir. Ahrar Fırkası, İngiliz siyasi parti geleneğini ve liberal politikaları esas almıştır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin karşısına çıkan Ahrarcıların İstanbul adaylarına bir bakalım. Sadrazam Kâmil Paşa, Ahrar destekçisi İkdam Başyazarı Ali Kemal Bey, Celalettin Arif Bey, Ahmet Fazlı, Nurettin Ferruh, Pandelâki Kozmidi Efendi, Konstantin Konstanidi Efendi, Kirkor Zöhrap Efendi ve Alber Feraci Efendi'dir. İngilizler Adem-i Merkeziyetçi (yerel yönetimlere güç verilmesi, merkezî otoritenin sınırlanması) yapı ile Osmanlıyı yıkmak için Kürt Teali Cemiyeti gibi dernekler veya siyasi parti kurduruyorlar. Ne güzel değil mi? Daha sonra kurulan mecliste ise Ahrarcılar sadece tek bir mebus seçtirmelerine rağmen 60-70 kişilik muhalefet oluşturmuşlardır. Dahası, 31 Mart daki etkinliklerine baktığımızda DP’ nin arka planını ve tabanını oluşturan güçleri net olarak görebiliriz.

Gelelim üçüncü siyasal durağa…Meşhur Terakkiperver Partisi..… aslında monarşi istiyorlardı ama cumhuriyet sonrası yüzde 99’luk halk desteğini görünce bundan vazgeçtiler. Parti kurulunca Ayan Meclisi ve Ahrar artıkları bir anda hücum ettiler bu yeni partiye. Yani ekseriyetle cumhuriyet, Atatürk, laiklik ve Türklük düşmanları. Parti kurucularının dahi asla tasvip etmeyeceği düşüncelere sahip kesimler. Ancak, programında dine saygılı olduğunu açıklayan ve daha Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarında Cumhuriyet Halk Fırkası'na karşı çıkan bu oluşumu Türk demokrasi tarihinde önemli bir gelişme olarak kabul etsek bile, bütün muhaliflerin hemen bu partide toplanması nedeniyle inkılâpların tökezlenmesi ihtimali söz konusu olmaya başlamıştır. Ilımlısından aşırısına kadar herkesin bu yeni partinin saflarına katılması ve önemli basın kuruluşlarının da bunlara destek vermesi de, iç karışıklıklara sebebiyet vermiştir. Fırsat bekleyen iç ve dış çevreler de hemen devreye girmişlerdir. İşte ne hikmetse tam bu sırada doğuda Şeyh Sait isyanı patlak vermiştir. Daha sonra ise rejimin güvenliği ve devletin bütünlüğü dikkate alınarak çok önemli önemli kararlar alınmış ve o günkü kabine, Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Meclis'e getirmiştir. Bu kanun metni şöyleydi. "İrtica ve isyana ve memleketin içtimai nizamı ile huzur ve sükûneti emniyet ve asayişini ihlâle beis bilumum teşkilât, tahrikat, teşebbüsat ve neşriyatı hükümet reis-i cumhurun tasdikiyle res'en veya idareten men'e mezundur. İşbu ef'al erbabım hükümet istiklâl mahkemelerine sevk edebilir".

İşte bu kanun Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tarafından tenkit edilmiştir. Haliyle daha sonra da parti gericiliğe destek verdiği gerekçesiyle haklı olarak kapatılmıştır. Dördüncü seviye olan ve 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda da hemen hemen aynı hususlar yaşanmıştır. Boşuna demiyoruz Türkiye’ de kurulan her siyasal islamcı yapının arkasında emperyalist devletler vardır diye. İşte yeşil veya ılımlı kuşak islamcılar bu tuzaklardan çıkarlar.. 

Aslında DP ilk defa gerçek anlamdaki seçimlerle iktidara gelen bir partidir. Populist akım ve ideolojilerin etkisini de net olarak görebiliriz. Yani, siyasal islamcı, faşizan, sosyalist ideolojiler. Populizme yatkın azgelişmiş toplum koşullarında birde karizmatik bir lider çıkınca benzer olgular yaşanır. DP’ nin asıl açmazı, ittihatçılardan beri var olan milliyetçi damarın, laiklik ve halkçılık ile bütünleşmesine karşı odakların partiyi kullanmalarına müsaade etmeleridir. CHP’nin de asıl en büyük hatası laik ve pozitivist resmi düşünceyi ülkenin tamamına yayamamak ile eğitimi ve kalkınmayı da aynı şekilde yaygınlaştıramamak ve kurumsallaştıramamaktır. Haliyle ülkede modernist ve gelenekselci ikili bir yapı oluşmuştur ve karşılıklı büyük bir haset söz konusudur. Laik, çağdaş bürokratik elitler bir yanda, geleneksel, dinsel doğulu kitleler diğer tarafta yaşamaktadır. CHP de, kitle mobilizasyonu ve desteğine dayanmak yerine askeri-sivil bürokratik güçlere ve yerel seçkinlerle kurulan uzlaşmaya dayanarak gelenekselci halktan uzaklaşmıştır.

Bir başka önemli husus ise cumhuriyeti kuran kadroların asıl amacı toplumu çağdaş bir biçimde bütünlüğe kavuşturmak için gittikçe laikleşen bir söylem içinde halkçılık ideolojisi yaygınlaştırmaktır. Çünkü halkçılık, kültürel olarak ulusculuk ile siyasal olarak da ulus-halk egemenliğine dayalı cumhuriyetçilik ile iç içe gelişmiştir. Hatta CHP dönemi halkçılık kalkınma ülküsü ile birleştirilerek devletin halka karşı vasi olarak üstlendiği görev şeklinde anlaşılmıştır. Devletçilik ilkesi de halkçılığı tamamlayan bir unsur olarak düşünülmüştür. Bu yüzden de özel sektörün toplumsal konulara çok fazla duyarlı olamayacağını bilen bürokratik elitler halkçılık ve devletçiliği, üstlendikleri misyon gereği, sivil toplum kuruluşlarını geliştirmeye yönelik liberal siyasal bir sisteme tercih etmek zorunluluğunu duymuşlardır. 

Bunlarla birlikte, siyasal mekanizmalar ve hukuki kurumlar yoluyla reformist kapsam içine alınamayan toplumun büyük bir kesimi ekonomik olarak da bölgelerarası kalkınmışlık düzeyinin çok bozuk olması nedeni ile kötü durumdaydı. Netice de biraz devletçilik, biraz piyasa ekonomisi, biraz da kapitalizm öncesi ekonomik ilişkiler bir arada var olmuş ve ekonomik düzeyde de toplumsal bütünleşme gerçekleştirilememiştir. İşte DP, halkın büyük bir kısmını siyasal olarak dışlamış ve kültürel, sosyal devrimleri genelleştirmeyi başaramamış merkeziyetçi bir yapı içinde siyasal hayata atılmıştır. Dahası, devlet ile toplum arasındaki ilişkileri düzenleyecek pluralist (çoğulcu) yapının yokluğu, populizme yatkın bir ortam yaratmıştır. Hatta bu yüzden DP popülizmine karşı en güçlü ve sert muhalefet, kitle desteği zayıf ama örgütsel gücü yüksek bürokratik elit kesimlerden gelmiştir.

(Devam edecek)