Öncelikle, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan’ın başını çektiği grup CHP yönetimine “Dörtlü Tahrir” önergesini sunduğunda amaçları partiye daha liberal bir çizgiye çekmek idi. Anayasanın demokratikleştirilmesi, seçimlerin serbest yapılmasını sağlamak ve CHP tüzüğündeki demokratik olmayan maddelerin kaldırılmasını istiyorlardı.

Zaten DP Tüzüğünün ilk maddelerinde de partinin kurulmasına yönelik “demokrasinin geçiş ve daha ileri bir anlayışla gerçekleşmesi ve genel siyaseti demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur” deniyordu. Gerçekte ise DP iktidara gelir gelmez askeriyenin üst komuta kademesinde büyük bir tasfiye operasyonu yapmıştır. Çünkü ABD’li uzmanlar, DP döneminde askeriyenin iç yapısına dair çeşitli önerilerde bulunmuştur. Askeri eğitimden ordunun sahra nizamnamelerine kadar uzanan bir dizi değişikliklerde gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte kara, deniz ve hava kuvvetlerinde yeni eğitim merkezleri ve programlar açılmıştır. Bu esnada ordunun toplam büyüklüğü de yedi yüz binden dört yüz bine indirilmiştir. Subaylar eğitim için ABD’ye gönderilmiş ve Genelkurmay’da yeni bir personel dairesi kurulmuştur. Ordu tamamen NATO’nun Güney Komutanlığı kapsamında Rusya’ya karşı savunma ve Rusları Anadolu’da durdurma gibi garip bir taktik ile biçimlendirilmiş ve yüzde doksan kara ordusu hüviyetine büründürülmüştür. Ergenekon, Sarıkız, Ayışığı ve Ergenekon komploları ile de orduda ki Atatürkçü ve Türk milliyetçisi subayların tasfiyesinin de aynı Atlantis ötesi merkezlerden idare edildiğini unutmayın. Sadece ordu değil eğitimdeki planlama ve DPT vasıtası ile ülkenin kalkınması bile ABD’ li uzmanlara bırakılmıştır. ABD’ lilerde aynı yıllarda Japonya ve G. Kore’yi ileri teknoloji, elektronik ürünler v.b katma değeri yüksek sektörlere yöneltip bu iki ülkeye kendi iç pazarlarını açarken, bize ise tarıma dayalı sanayi ile fakirliği uygun görmüşlerdi. Haliyle, DP’ nin son yıllarında ithalat yapamıyorduk, ihracat yapacak malda yoktu. Tarım ürünleri ihracatı ise hiçbir şeye yetmiyordu. İşçilerin maaşları dahi verilemiyordu.

Birde, Menderes’in mali olarak orduyu ihmal ettiği tezi doğru değildir. DP, ekonomik büyümeden askeri harcamalar için büyük pay ayırmaya devam etmiştir. Ancak özellikle iktidarın son üç-dört yılında bozulan ekonomik dengeler, subayların maddi durumunu da olumsuz etkilemiştir. Subayların gelir ve prestij kaybı, onların DP’ye olan güvensizliğini arttırmıştır.

1957 seçimlerinden sonra ise DP’ye karşı gelişen toplumsal muhalefete karşın kolluk kuvvetlerinin tutuklama yetkisi dahi veren “tahkikat komisyonu” kuruldu. Bu komisyon oldukça geniş yetkilere sahipti. Basında çıkan haberlerden dolayı pek çok gazeteciyi sorguladılar, bazı basın yayın organlarını kapattılar, telefon dinlemeleri yaptırdılar, üniversite olaylarını CHP ile ilişkilendirmek için suçlu avına çıktılar, hatta CHP genel merkezini bile dinlettiler. Dinlemelerin tamamı da Ankara İl Emniyet Müdürlüğündeki bir birim tarafından gerçekleştirilmişti. PTT kanalı ile telli dinleme dediğimiz bir yöntem ile bu işi yapmışlardı. Hatta sistemleri kuran ve öğretende ABD’ den gelen FBI uzmanları idi. Birimin kuruluşu da DP’ nin ilk yıllarına dayanıyor. DP içindeki birileri Abdülhamitçilik oynamışlar anlayacağınız.

O yıllarda, İnönü’nün konuşmaları dahi suç sayılıyordu. DP’ lilerin yapmayı planladıkları 555 K kodlu miting bile CHP’nin sayıca üstün oldukları karşı hamlesine sebep oldu. Üniversitelerde ayaklanmalar, harp okulu öğrencilerinde dahi iktidara karşı yürüyüşler gerçekleşti. Hatta, İnönü 1959 Mayıs ayında Uşakta taşlı saldırı ile yaralanmış, 3 gün sonra İstanbul’da tekrar saldırıya uğramıştır. CHP otobüsleri de Çanakkale ve Denizli’de saldırıya uğramış, 22 Mayıs tarihinde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından haberleşme ve kişiler arasındaki toplantılara yasak getirilmiştir.

Dediğim gibi özellikle İsmet İnönü’nün yurt gezilerinde durmadan olay çıkmaktaydı. En ciddi olay İnönü’nün CHP il kongresinde konuşmak için Kayseri’ye gittiği sırada yaşanmıştır. 2 Nisan’da trenle yola çıkan İnönü ve beraberindeki heyetin Kayseri’ye girmesi Vali yardımcısı Şükrü Kenanoğlu ve diğer yetkililer tarafından engellenmiştir. Ancak üst makamlardan gelen talimat üzerine Vali yardımcısı, İnönü’nün Kayseri’ye girmesine izin vermiştir. Kayseri olayları sırasında bir ara Menderes ve Bayar sıkıyönetim ilanını düşünmüşlerse de orduya tam güvenemedikleri için vazgeçmişlerdir. Kayseri’den sonra Yeşilhisar ilçesine gitmek isteyen İnönü’ye izin verilmediği için kendisi de beraberindekiler ile birlikte Ürgüp’e geçmiştir.

KKK Orgeneral Cemal Gürsel ise o günlerde savunma bakanına yazdığı mektupta Menderes’e cumhurbaşkanlığı teklif ediyordu ama bu onun kişisel görüşü idi. Aslında “DP’ nin dağılmasına sebep ol sende cumhurbaşkanı olarak devam et” demek istemişti.

Birde nurcular ile DP’ nin bağlantıları var ki o da ayrı bir mesela. Nurcular bizzat Said-i kürdünün komünist karşıtlığı vb söylemleri ile DP’ye yanaşmışlardı ve DP teşkilatlarında örgütlenmişlerdi. Bu arada, daha sonraki yıllarda gördüğümüz FETÖ taktiklerinin aynısı olduğunu vurgulamak isterim.. Said-i kürdünün, Menderese bizzat yazdığı mektuplar da var. Bu mektuplarda Van da bir üniversite kurulmasından tutunda, Türk-Kürt-İslamiyet gibi konuların yanı sıra sürekli kendisini ve risale-i nurları övme çabası mevcut. Hatta açık açık bu mektuplarda nurculuk faaliyetlerine destek dahi istemiş. Bu arada bir az bilinen bir bilgiyi daha paylaşayım. Said-i kürdü, vefat ettikten sonra önce Urfa’ya sonra da Isparta şehir mezarlığına gömülmüştü. Oradan da bazı talebesi nurcuların inisiyatifi ile sadece onların bildiği bir yere nakledilmiştir. Tabii devletin bilgisi ve kontrolünde bu işler yapılmıştı. Bu arada DP’li pek çok vekil ve ileri gelenlerin de kendisini sağlığında ziyaret ettikleri bilinmelidir. Bir bilgi daha vereyim. Said-i Kürdünün gizli emellerini, geçmişini ve hainliklerini çok iyi bilen ve DP’ nin ilk 4 kurucusundan biri olan Fuat Köprülü bile bu kesime karşı Menderes’i sık sık uyarmıştır. Nurcular ve bizzat Said-i Kürdüde Menderes’den bahsederken “islam kahramanı” sıfatını kullanmışlardır.

Bunlarla birlikte, bir noktaya daha işaret etmek gerekir. 27 Mayıs öncesinde de DP’yi iktidardan düşürmek amaçlı örgütlenmeler mevcuttur. Bunlardan en belirgini 1957’deki “dokuz subay olayıdır”. Deşifre olan askerlerden birinin itirafı sonrasında aralarında Faruk Güventürk’ün de olduğu dokuz kişinin adına ulaşılmıştır. Dokuz subay olayı ve akabindeki tutuklamalar, Menderes’in darbeci subaylardan tamamen kurtulduğuna inanmasına yol açmıştır. Bu nedenle daha rahat hareket etmiştir. Aynı olayın cuntacı kadro için de bir anlamı vardır. Darbe düşünen fakat deşifre olmayan kadrolar bundan sonraki süreçte daha dikkatli davranmıştır. Fazla dikkat edememiş ki, 27 Mayıs 1960 sabahı, “Dikkat! Dikkat! Radyolarınızın başına geçiniz! Güvendiğiniz silahlı kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir” anonsuyla başlayan askeri darbe, Albay Alpaslan Türkeş tarafından şöyle duyuruldu: “Sevgili Vatandaşlar. Bu harekete Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi taraf mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş bu teşebbüs, hiçbir şahsa ve zümreye karsı değildir. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz, ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’tur.” 28 Mayıs’ta ise İstanbul Üniversitesi Anayasa profesörleri tarafından askeri darbenin hukuki dayanağı olabilecek bir bildiri yayınlandı. Bu bildiri de, “Milli Birlik Komitesi’ni, yani devlet müessese ve kuvvetlerinin idareyi ele almasını, meşru ve sosyal nizamı tekrar kurmak ihtiyacının bir neticesi sayıyoruz” denildi. MBK’nin yaptığı ilk işlerden biri de ordunun İç Hizmet Kanunu’nu değiştirmek oldu. 4 Ocak 1961 tarih ve 2111 sayılı kanunla değiştirilen ordu İç Hizmet Kanunu’nun 35.maddesinde belirtilen “Silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” ifadesi 27 Mayıs darbesine meşruiyet kazandırdı. Kanunun bu maddesi sonraki siyasal ve toplumsal süreçte ordunun siyasete müdahaleleri için hukuki zemin oluşturdu.

Bu arada, 27 Mayıs 1960 tarihinde darbeyi yapan albaylar cuntası, Gnl.Krm.Bşk. dahil çok kişiyi emekli etmişlerdi. Yani aslında bir darbe de orduya yapmışlardı. Hatta, Milli Birlik Komitesi de aslında idamlardan yana değildi ama bazı genç subayların Yassıada’ya baskın yapacakları ve idamları bizzat uygulayacaklarını öğrenmişlerdi. Bir nevi idam kararı vermeye üyeler mecbur bırakılmış oldu.

MBK’si kendi denetiminde bir Kurucu Meclis oluşturarak yeni anayasa çalışmalarını başlattı. 6 Ocak 1961’de çalışmalarına başlayan Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan ve MBK tarafından onaylanan anayasa taslağı 27 Mayıs 1961’de Kurucu Meclis’in kabul etmesinden sonra 1961 Anayasası olarak halk oylamasına sunuldu. Bu yeni anayasa taslağı CHP’nin 1959 yılındaki XIV. Kurultayı’nda kabul edilen ve “İlk Hedefler Beyannamesi” adıyla yayınlanan Bildiriden alınmıştır. 9 Temmuz 1961’de yapılan ve yüzde 80 katılımın olduğu halk oylamasında yeni anayasa yüzde 61.5 “Evet”, yüzde 38.5 “Hayır” oyuyla kabul edildi. Yeni anayasanın yürürlüğe girmesinin ardından 15 Ekim 1961 genel seçimlerinin yapılmasına karar verildiği sırada, yeni döneme özgü bir tarzda askeri icazet ve vesayet devreye girdi. MBK ile seçimlere katılacak olan siyasi partiler arasında “yuvarlak masa toplantıları” denilen görüşmeler yapıldı. 31 Ağustos 1961 -5 Eylül 1961 tarihleri arasında yapılan bu toplantılardan sonra siyasi parti liderleri MBK’ ye,

a)27 Mayıs 1961 Askeri Müdahalesi’ni siyasi çıkarlarına alet etmeyeceklerine; MBK’ yi seçim meydanlarında eleştirmeyeceklerine;

b)Atatürk reformlarını koruyacaklarına;

c)İslamiyet’i siyasal amaçları doğrultusunda kullanmayacaklarına;

d)aşırı sol ve aşırı sağ düşüncelere karşı mücadele edeceklerine dair, MBK üyelerine garanti verdiler. Bu “milli mutabakattan” sonra 15 Ekim 1961 tarihinde genel seçimlere gidildi.

Milleti temsil vasfını kaybetmiş olan meclisi ve hükümeti dağıtma adı altında yapılan darbe aslında Amerikancı kesimlere yapıldığı için sol ve sosyalist hareketlerde askeri darbeyi, “Tek parti diktatörlüğüne yönelen Demokrat Parti iktidarına karşı ordunun demokratik hak ve özgürler için yaptığı” meşru bir hareket olarak görmüş ve desteklemiştir.

Son olarak, Adnan Menderes köklü bir servet sahibi aileden gelmiş. Yurtdışında hukuk tahsil etmiş, Cumhuriyet dönemine geçtikten sonra arazisinin büyük bir bölümünü halka, ahaliye dağıtmış bir ailenin çocuğudur. Kuva-i milliye nişanı vardır ve Afyon da Atatürk’ü bizzat gezdirmiş ve hatta kendisi Atatürk tarafından CHP’ye davet edilmiştir. Cumhuriyet değerlerine bağlıdır ve siyasal İslamcılar ile arası da iyi değildir. İktidara geldikten sonra, çocuklarını tamamen ticari hayattan menetmiş birisidir. Hiçbir şaibeli işe çocuklarının ismi karışmamıştır. Şu an dünyaya tekrar gelse AKP’ lileri sopa ile kovalar. Fikren Turgut Özal’a yakın olabilir ama RTE ile temas dahi kurmaz. Yani merkez sağ bir parti olarak DP’yi ele alabiliriz ama siyasal İslamcı bir parti olarak asla düşünemeyiz.