GERÇEK HRİSTİYANLIK VE MUSEVİLİK İLE DEĞİŞEN KUTSAL METİNLER

Dinler tarihi, eski kültürler, birbirleri ile ilişkileri çok önem verdiğim konular. Maalesef ilgilenen de çok az. Dini fanatizmi baz alarak değil, tamamen objektif olarak yazmaya çalıştım. Kısa kısa geçmem gerekiyordu. Gerçekten çok az bilinen hususlara değindim. Öncelikle, hangi peygamber tam olarak ne zaman yaşamış bir ona bakalım; 

Hz. Musa M.Ö 1350 yıl civarı yaşamıştır. İsa zaten biliniyor. Hz. Adem ise 200 bin yıl önce yaşamıştır. Hz. Davud kraldır ve o da M.Ö 1000’ li yıllarda hüküm sürmüştür. Hz. Süleyman’da, Hz. Davud’un oğludur. 12 yaşında tahta geçmiş ve 40 yıl hüküm sürmüştür. 55 yaşında ölmüştür. Süleyman Mabedi, Hz. Davud, İsrailoğulları krallığını büyüttüğü zaman ele geçirilen Kudüs’ te yapılan ufak bir yerdir. Hz. Süleyman’ın annesi Hitit soyundandır. Ticari bir devlet idare etmiştir. 12 bin kişilik ordusu ve savaş arabaları vardı. Çok sayıda kral ve soylunun dul karısı ve kızı ile evlenip, ticari bağlantılarını sağlama almıştır. Yaptırdığı ufak mabedin zemininin altında bir temel yoktur. Babiller M.Ö 530’da, İsrail devletini yıkarken mabedi de yıkmış ve sayıları 20 bin civarı olan museviyi de alıp Babil’e götürmüştür. Hz. İbrahim ise Irak taraflarında M.Ö 850 yılı civarı yaşamıştır. İbranidir. Ona İbranileri toparlama görevi verilmiştir ve o da Filistin’e gitmiştir. Oğlu İsmail’i kurban edeceği taş ve yer bugünkü Kubbet-ül Sahra dediğimiz yerdeki muallak taşıdır. Aynı taş üzerinden, Hz. Muhammed, Miraç’a yükselmiştir. Süleyman Mabedi’ de aynı yerde idi. Hatta Babiller, mabedi yıkınca bu taşa dokunmadılar. Ama hahamlar, mabed tekrar yapılana kadar kurban ibadetini yok saydılar. Sene M.Ö 539. İşte siyonistlerin, mabedi tekrar yapmak istemelerinin nedenlerinden biri de budur. 

Hazret-i Süleyman'dan sonra İsrail Oğulları iki devlete ayrılmıştır. Bunlardan biri "Yehuda" devletidir ki, hükümet merkezi Kudüs şehri idi. Bu devlet insanlar arasında daha çok itibar kazanmıştı. Diğeri de "İsraîl" devleti idi. İdare merkezi de Nablus ve daha sonra Samire şehri olmuştu. İsrail Devleti, Asûrî'ler tarafından yok edildi. Yehuda Devleti de, "Buhti Nassar'ın saldırısına uğradı. Yahudilerin birçoğu Babil esaretine düştü. Daha sonraları İsraîl Oğulları, İranlıların, Yunanlıların ve Romalıların hakimiyetleri altına düşerek kendi hakimiyetlerini elden çıkardılar. Buhti Nassar, Kudüs'ü ele geçirdiği zaman Mabedi yıkmış ve Tevrat nüshalarını yakmıştı. Daha sonra İran'daki Kiyaniyan Hükümeti Babil'i ele geçirip Geldaniye hükümetini yok edince, İsraîl Oğulları esaretten kurtularak vatanlarına dönmüşler ve mabedi yeniden inşa etmişlerdi. Hazret-i Uzeyir de, Tevrat'ı güya ezberden okuyup yeniden yazdırmış ve böylece çoktan beri unutulmuş olan Musa peygamberin şeriatı yeniden meydana çıkmış oldu. Tabii bu Tevrada çok sayıda intikam, vahşet ve Sümer efsaneleri ile İbranilerin kendilerini yücelttikleri şiddet vahşet dolu ibarelerde girdi. Kısaca, Hz. Musa dönemi kalan bir Tevrat yoktur. VARSA ÇIKARTSINLAR. HEMEN KARBON TESTI YAPILSIN..

Dahası, İsrailoğullarının dinini tarihinden ayırmak mümkün değildir. Eski Ahit (Sözleşme; Tanrıyla yapılan akit anlamında) büyük bir kısmı eski İbrani edebiyatının günümüze kadar ulaşabilen eski İsrail’in kutsal tarihinden başka bir şey değildir. Bu kitabın içinde efsaneler, menkıbeler, epopeler, hikayeler, kronikler, biyografiler, şeriat ve hukuk, teozofi, dua, ilahiler, aşk şiirleri, aforizmalar, uydurma istatistikler ve gerçekten büyük çapta şairlerin eserlerinden kalabilmiş kısımlar vardır. Tevratın tamamı farklı tarihlerde başka başka gruplar tarafından yazıldığı çok açıktır. Musa’nın 5 kitabı: (Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye) Yahudiler ve Hıristiyanlarca yakın zamana kadar Tanrı’nın Musa’ya doğrudan doğruya yazdırdığı kitap olarak kabul edilmekteydi ama 2. Yüzyıldan beri yapılan incelemeler bunların çok yeni diyebileceğimiz zamanlarda yazıldığını ve çeşitli maksatlarla sürekli olarak değişiklere uğratıldığını ispatlamıştır. Dil bilginlerinin uzun ve inceden inceye araştırmaları sayesinde artık Eski Ahit’i yazanları, adlarını bilmesek de, ayırt edebiliyoruz ve bu işlerin hangi zamanlarda yapıldığını da kesin olarak öğrenmiş bulunuyoruz. Tevrat’ın bu yazar gruplarını – Tanrı’ya verdikleri ad bakımından – Yahve’ciler, Elohim’ciler, aynı konuları bir kere daha işleyen Tesniye’ciler ve fıkıhçı oldukları belli olan Kahinler diye adlandırabiliriz.

Yahve’cilerden olanların M.Ö. 9. Yüzyılın ortasında, yani İsrail devletinin ikiye bölünmesinden yüz yıl sonra ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Yahve’ciler grubunun tasarımladığı Tanrı, tıpkı insana benzer. Bu Yahve’cilerin tek bir grup değil de birkaç kuşak bu iki sürdüren insanlar oldukları da meydana çıkmıştır. Elohim’ciler, Yahve’ciler kadar güçlü bir üsluba sahip değillerdir. Bunlarda Tanrı ya da tanrılar artık biraz uzaktadır, insana o kadar benzemez, sadece bulutlardan, elçiler aracılığıyla ya da rüyalarda insanlarla konuşur. Genellikle benimsenen düşünceye göre Elohim’ciler M.Ö. 750’den sonra gelmişler ve belki sadece Efraim ya da Yusuf kabileleri arasında yaşamış gelenekleri derlemişlerdir. Bu iki anlatışın birleştirilmesi M.Ö. 650’ye doğru olmuştur. O sırada Kral Sargon Samiriye’yi alıp yıkmış, İsrail devletini ortadan kaldırmıştı. Geriye sadece Yahuda devleti kalmıştı. Buna göre bu iki anlatımı birleştirmenin Kudüs’te olduğunu anlaşılır. İbrahim’in Sara’yı kardeşi diye göstermesi, Yakup’un babasını aldatması gibi, bazı hikayeler Elohim’cilerindir. Yahve’ciler ve Elohim’cilerin birleştirilmesi de bir çok yerlerde çelişkilerin ortaya çıkması, iki rivayetin, sanki ayrı ayrı şeylermiş gibi yan yana yaşamakta devam etmesi sonuçlarını vermekte, bu da Yahudi tefsircilerine hayli zorluklara mal olmuştur. Tesniye (ikileme) dediğimiz, Deuternomium kitabının adı, şeriatın tekrarlanışı anlamındadır. Bu kitabın dili, daha sonra Talmud’da rastladığımız haham yazı diline çok benzer. Bunda söze: ‘’Yazılmıştır ki’’ diye başladığını görüyoruz. İlk defa olarak Tesniye’de halkla kahinler, devletle din adamları arasındaki ayrılıklardan söz edilmektedir. Tesniye’nin yazılması sırasında Musa’nın Beş Kitabı, Yeşu, Hakimler ve Krallar kitaplarının da elden geçirildiği ve hoşa gitmeyen, politikaya uymayan ya da tek tanrı düşüncesiyle açıktan açığa çelişen yerlerin ya çıkarıldığı ya da yumuşatıldığı anlaşılmaktadır. Bunlar M.Ö 550 yılına doğru olmuştur. Bu da Babil sürgünlüğü zamanına ve İran hükümdarı Kyros’un sayesinde yeniden Yeruşalim’e dönüşüne rastlar. Tevrat’ta ki 10. Bölümüne kadar olan bölümler doğrudan doğruya bunlarındır. Bu şeriatçıların M.Ö. 444-450 arasında yaşadıkları anlaşılmaktadır ki bu da Yahudilerin İran yönetimi altında yaşadıkları döneme rastlar. Tevrat’ın öteki bölümleri de Babil sürgünlüğünden sonra yazılmıştır ve tarafsız bir göz, çoğunun nasıl belirli amaçlara göre kaleme alınmış olduğunu kolayca görür. Ayrıca eski ahit yalnız Yahudilerin değil, Hıristiyanların da kutsal kitabı olmuştur. İncil’e yeni ahit demeleri ve çoğu zaman bu iki kitabın bir araya toplanması da, (Hıristiyanlar, Yahudiliğe düşman olsalar da) her iki dinin aslında ne kadar sıkı sıkıya birbirine bağlı, daha doğrusu birinin ötekinin devamı olduğunu açıkça ortaya koyar.

Şimdi de sizlere Hz. İsa’ nın asıl misyonundan bahsedeyim. Birincisi evet Hz. Meryem’e erkek eli değmeden Hz. İsa doğmuştur. İkincisi Hz. İsa sadece bir peygamberdir. Ne kutsal ruh ne de Allahın oğludur veya mesih de değildir. Hz. İsa yaklaşık 3 yıl vaaz verebilmiştir ve sonra çarmıha gerilmiştir. Hz. İsa zamanında havarilerine not alın, yazıya geçirin bu anlattıklarımı, diyologları ve çoğaltın demiştir. Maalesef, ilk incilde, Hz.İsa’ nın ölümünden yaklaşık 60 yıl sonra yazılıyor. Zaten incillerdeki çelişkiler ve konsüllerde alınan kararlar da hrıstiyanlığın pragmatik bir din olduğunu başta Hz. İsa olmak üzere çeşitli yüceltilen metalar üzerinden ruhbanların söz sahibi olduğu bir ayin dini haline geldiğini gösteriyor. İncilin gerçek olabilecek yerleri ise, Hz. İsa’ nın, Yahya tarafından vaftiz edilip, yanındaki havariler ile birlikte gezerken 3 yıllık vaaz verdiği süredir. Yani çarmıha gerilme gününe kadar olan zaman. Bütün mucizelerini ve dediklerini yazan ise sadece iki havari var. Biri Barnaba diğeri de Yuhanna. Çünkü sadece ikisi okuma yazma biliyor. Yani bu üç yılın dışında İncilde yazılan her şey insan elinden çıkma. Hz.İsa’ nın asli görevi de hahamların çarpıttığı Tevratdaki değişiklikleri anlatmak ve musevileri bilinçlendirmektir.  İki havari kayıt tutuyordu. İŞTE O NOTLAR KAYIP. YANİ GERÇEK İNCİL YOK. HZ. İSADAN 50-60 YIL SONRA YİNE COĞU HAVARİLER TARAFINDAN YAZILAN İNCİLLER SONRADAN EKLEMELER İLE DOLU.

4 İncil yazanlardan (Matta, Marcos, Luka ve Yuhanna) sadece Matta havari. Diğerleri ise Petrus ve Pavlos’un öğrencileri en erken yazanı da dediğim gibi İ.s 55 yılı. İçerikleri bariz farklı. Bunlardan sadece Matta’nın yazdığını ciddiye alın. Hele Pavlos’un öğrencisi Luka ve ısrarla Hz.İsa’yı Allahın oğlu olarak gösteren Yuhanna bölümlerini ciddiye almayın. Vatikan elindeki İbranice veya İtalyanca Barnaba incilini ortaya çıkarmalı. En gerçekçi İncili yazanlardan biri olan Barnaba ise teslisi yani baba oğul kutsal ruh üçlüsünü reddediyor. Ruhulkudüs demiyor. Kefaret yani çarmıha gerilme olayının insanların günahlarını bir kişiye yükleme olayı olarak göstermiyor. Hz. İsa’ yı tanrılaştırmıyor ve Ahmed isimli Hz. Muhammed’i son peygamber olarak Hz. İsa’ nın ağzından aktarıyor. İsrailoğullarını seçilmiş ayrıcalıklı olarak göstermiyor. Hz. İsa’yı Mesih önder lider olarak aktarıyor ve kurtarıcı olarak göstermiyor. Rab da Hz. İsa’nın ağzından yine babamız yani Allah olarak geçiyor. Hz. İsa da ben tanrı değilim oğul da değilim diyor. M.S. 325’ e kadar Barnaba incili okutulurken koyu musevilikten dönme Pavlus diye bir maceraperestin uydurmalarını hıristiyan konsülü din diye kabul ediyor. Dört tane içeriği farklı İncili birleştirip, Pavlus’un mektuplarını da ekleyip hop alın size İncil diyor. Pavlus eski bir farisi yani koyu musevi ve zamanında çok hıristiyan öldürmüş. Hz. İsayı görmemiş bile. İncilde onun yazdığı mektuplar bölümü var. Hıristiyan ruhaniliğine çok katkı yapmış. Çok da gezmiş. Ve hiç evlenmemiş, kadın düşmanı. Rahibelerin örtünmesi, bakire ölmeleri şartı veya katolik papazların evlenmemesi bunun yüzünden. Birde bunun yazdıklarını vahiy diye okuyanlar hatta ona peygamberlik veren bile var. Havariler ile bile anlaşamayan sofu, maceracı gittiği yerlerde kendini öven, dönme olduğu için yahudilerden sürekli kaçan bir tip. İşte ruhban sınıfı ayrıcalıklı Hristiyanlığın aslı da böyle oluşturuluyor. Dahası, İncil bir dönem sadece papazlar tarafından okunan ve öğretilen bir kitap ve kilise de resmen gaddarlaşan bir yapıya bürünüyor. 

Gelelim hristiyanlıktaki asli inanca aykırılıklara; Hz. İsa’ nın bizzat kendisi yüce Allaha abba anlamında baba demiştir. Hz. İsa hiç bir şekilde Allahın yeryüzünde beden bulmuş şekli değildir. Yani incarnatio yoktur. İsa rab değildir. Yani tanrının sağında oturan bir yargıç değildir. İsa mesih değildir. Kurtarıcı olarak gelmeyecektir. Mesih farklı bir karekterdir. Hz. İsa Hz. Davud soyundan da gelmemektedir. Yani yahudilerin beklediği mesih olamaz. Bu yüzden de Matta ve Luka incillerinin başındaki Hz. İsa ya ait olduğu belirtilen aile seceresi uydurmadır. Baba, oğul kutsal ruh olarak bilinen teslis deki ruh için tanrı kelamı ve isa da vücud bulan tanrının kendisinden bahsedilir ama buda mümkün değildir. Hatta ikinci İznik konsülünde (M.s 381) baba ve oğul aynı cevherden geldi denilerek, Hz. İsa ve yüce yaradan aynı seviyededir denilmiştir. Hatta kutsal ruhunda tanrı ve İsa dan eşit olarak çıktığı söylenmiştir. Gerçi Ortodokslar ise kutsal ruh sadece Allahdan gelir diyerek, bu vahim hatadan dönmüşlerdir. Yani Ortodoksluk, Katoliklerden daha islami teolojiye yatkındır aslında. 

Son olarak, İslamiyetde ise Kuran-ı Kerim’in tek bir harfi dahi değişmemiştir. Ne ekleme ne de çıkarma vardır. Gelen her ayet Hz. Muhammed tarafından ezberlettirilmiştir. Hz. Muhammed zamanla okuma yazmayı öğreniyor. Sonra bulunan her şekilde çoğaltıldı. Her yılda Cebrail eşliğinde Hz. Muhammed gelenlerin üzerinden geçti. Sonrada Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanı Nuzul ve birbirleri ile bağlantılı haline göre sureler bir araya getirildi ve bugünkü Kuran oluşturuldu. Tüm peygamberler ayrıca Hz. Muhammed’e sevgi ve saygı gösterirler. Yüce Allah, dünyadaki tüm olayları, hepimizin yaşadıklarını ve kaderlerimizi kurgulamıştır. Bu dünyada hiç bir şey tesadüf değildir.