Öncelikle liberalizm, ilmi temelleri, tarihi gelişimi, ideolojisi, ekonomik, siyasi ve kültürel içeriği ile bir düşünce akımıdır. Liberalizm insanı odağa koyan yaklaşımı ile hürriyetçidir. Hak ve mülkiyete önem veren, inançlara karışmayan, ifade ve teşebbüs özgürlüğünü önceleyen en önemlisi de devleti vatandaşa hizmet vasıtası olarak gören bir yaklaşımdır. Demokratik ve serbest seçimlerdir. Kanun önünde eşitlik ve sağlam bir adalet anlayışı ihtiva eder.Tam rekabet şartları altında bir ekonomik sistem ve özel mülkiyet ister. Devlet müdahalesini en aza indirme ve devletin ekonomidekini payının en fazla yüzde 10 ile sınırlı kalmasını savunur. Liberaller ekonomideki güdümcülük, himayecilik veya devlet kapitalizmini, halkı siyasi iktidara bağımlı kılma aracı olarak görür. Buna karşın devlet eliyle zenginleşme, rekabetçi olmayan koşullar, oligopol, monopol ve tekelci yapıları da benimsemez. Sendika, toplu sözleşme, grev, lokavt, sözleşme gerekliliği liberalizmin ana kurallarıdır. Kısaca liberalizm olmasa, demokratik gelişimde olmazdı.

Bunlara birlikte, liberal doktrin, milli hakimiyet teorisi ve paralelinde liberal milliyetçiliği geliştirmiştir. Ayrıca liberal milliyetçilik tarihi seyri itibari ile monarşilere, otokrasilere, derebeyliklerine, köleliğe ve emperyalist akımlara karşı biçimlenmiştir. Azınlık haklarını savunur ve savunmacı bir doktrindir. Devlet gücünün siyasi iktidarlar ve egemenler tarafından fert aleyhine istismarına da karşıdır. Milli hakimiyet teorisi ise, azınlığı coğunluğun egemenliğinden koruyacak özelliklere sahiptir. Bu itibarla, milliyetçiliğin emperyal amaçlar için kullanılması veya saldırgan bir ırkçılık vasıtası olması halinde ve demokrasinin çoğunluk despotizmi olması durumunda liberalizmden bahsedemeyiz.

Buraya kadar anlattıklarım ile aslında söylemeye çalıştıklarımdan bir tanesi de liberalizim sadece ekenomideki devlet müdahalesini bitirmek değil aynı zamanda antidemokratik ve özgürlük içermeyen her türlü sisteme ve düşünceye de karşı çıkmaktır. Hatta demokrasinin temel taşıdır diyebiliriz. 17. Yy da teorisi geliştirilen ve 20. Yy da tüm dünyada saygı gören bir akımdır.

Osmanlı döneminde Prens Sebahattinin ademi merkeziyetçi yapısı ve kurduğu Ahrar Partisi her ne kadar liberal gelişmeler olarak görülse de aslında padişah yeğeni olması, kendilerine her türlü imtiyaz tanınan ayan ailesi tarafından halktan kopuk iyi eğitim alması ve siyasal islamcı çevresi ile antidemokratik bir şahsiyetdir. Zaten daha sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Hareketi, Terarkkiperver Partisi ve Serbest Fıkra da bu Ahrar hareketinin devamı niteliğindedir. Bir nevi, milli ve bağımsız olana karşı çıkma ve emperyalizm boyundurluğunda hareket eden siyasal islamcı yapılar. Hatta monarşi yanlısı olmayı da buna dahil edebiliriz. 1946 daki Demokrat Parti hareketi de, yine ayanların devamı ve siyasal islamcı, işbitirici, devlet eliyle zengin olmaya alışmış ulusalcı olmayan sözde siyasilerin bu yüzden akımına uğradı. Sonra kurulan merkez sağ ve sol partiler ise daha çok sol ve sağ ideolojiler ve soğuk savaş ile bağlantılıdır. Hatta, Türkiye de ve Avrupa da sosyal demokrat akımlar bahsettiğimiz liberal geleneği sürdürmüşlerdir. Bu dönemde kurulan, MNP, MSP, RP ve SP adlı siyasal partiler ise liberalizmden uzaklaşmışlar ve dogmatik, bidatlarla dolu, sahta hadis ve sünnetlerden beslenen kökleri emperyalist ülkelerin elinde olan tarikat ve cemaatlere dayanan anti-liberal hareketler olmuşlardır. Gelenekselci, maneviyatçı, muhafazakar hatta müslüman görüntüsü altındaki bu grupların asıl amacı devleti ele geçirmek ve laik, sosyal hukuk devlet ile cumhuriyetin kazanımlarını yıkmaktır.

Liberalizmin özgürlükçü temeli aynı zamanda anti-emperyalizme dayanır. Hatta Fransız ihtilali gibi iz bırakan tarihsel olaylar bile liberalizm ürünüdür. Ama Napolyon emperyalist davrandıkça liberalizmden kopmuştur. O dönem Avrupa daki İspanyol, İngiliz, Habsburg (Avusturya-Macaristan), Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları da gerek ana kıtalarında gerekse de sömürgelerindeki liberal-milliyetçi akımlar ile uğraşmak zorunda kaldı. Arjantinin o dönem bir eyaletı olan Venezuelladaki zengin bir aileden gelen Simon Bolivar’ı, Paris’ e getiren ve ülkesindeki İspanya’ya karşı ayaklanmanın başına geçmesine sebep başka ne olabilir ki. Dahası, fedakarlık, ferdiyetçillik, milliyetçilik, özgürlük, eşitlik, milletlerin kendi kaderini tayin v.b hususlar liberal milliyetçiliğin ana yapılarıdır. Sonrasında da insanlık demokratik, laik hukuk devleti modelini dahi liberalizmi olgunlaştırarak biçimlendirebilmiştir.

Gelelim islam ve liberalizm arasındaki ilişkiye. Liberalizmin, insanın maddi ve manevi varlığına değer veren, insanı yücelten, yetenek ve aklına güvenen ferdiyetçilik unsuru, İslamiyetin insan tasvifi ile uyumludur. İnsan, islam akidesine göre hür iradenin taşıyıcısıdır. İslam dininde zorlama yoktur. İnanca kimse karışmaz ve en önemlisi de aracı yoktur. Yani tahakkümde bulunacak, siyasete, yönetime karışacak imtiyazlı bir din adamı sınıfı da yoktur. Bunlardan başka İslamiyette kul hakkı telakkisi de vardır. Hangi dinden, milliyetten, mezhepten ve cinsiyetten olursa olsun kul hakkı yemek veya insanları ezenlere, devlet imkanları ile zengin olanlara karşı sessiz kalmak dinimizce büyük günahtır. İslamiyet, ayrıca serbest ticarete, karlı işbirliklerine, mülkiyet edinmeye de cevaz verir. Bir tek enflasyondan daha fazla faiz geliri elde edilmesine karşıdır. Ayrıca islam, çalışmayı, helal para kazanmayı ve paylaşmayı da öğütler. Yönetim de şura yani meclis uygulaması dahi Hz. Muhammed’den kalan bir gelenektir. Liberalizm, dini inanç ve farklı dini değerlerin hepsine saygı duyar. Bunu müdahale edilemeyecek bir yaşam alanı olarak görür.

Son olarak, günümüzde her konuda olduğu gibi liberalizm konusunda da kavram kargaşası bulunmaktadır. Liberalizm klasik iktisatçılardan beri var olan serbest piyasa ekonomisi ile ilgili bir sistem olarak bilinir. Oysa ki yukarıda da uzunca anlattığım üzere libaralizm, pluralizm, evrensel değerler, insan hakları, ferdiyetçilik, hoşgörü, özgürlük ve demokrasi ile bir bütün olan medeniyetin en bariz güstergesi olan en doğru düşünce sistemidir.