Yazı dizisinin bundan sonraki bölümlerinde, çeşitli iktisat politikalarını ayrıntılı bir biçimde analiz edeceğiz ve yine neo-liberal görüşün dayanaklarını ve iktisadi mantığı ile özellikle karşıt savları teknik terimler, ampirik metotlar ve tarihsel kanıtlarla destekleyeceğiz. Ve en önemlisi yine alternatif politikalara değineceğiz.
Neo-liberallere göre serbest dış ticaret, gümrük vergileri ile veya devletin getirdiği diğer kısıtlamalarla engellenmeyen dış ticaret anlamında kullanılır. Serbest dış ticaret aynı zamanda devletle bağlantısı olanların, dış ticaret lisansları ve başka türlü koruma avantajları temin edebildiği usulsüz ayrıcalık sistemlerini ortadan kaldırır. Özünde karşılaştırmalı üstünlük teorisine dayanır. Tek taraflı serbestleşmeyi de içerir. Yüksek gümrük duvarlarından kaçınır. GATT, IMF ve WB’ ın yapısal uyum programlarında özellikle yer alır. Bölgesel veya serbest ticaret anlaşmalarının temelini oluşturur. Uyum maliyetlerinin uzun vadede azalacağını ve zarar gören sektörlerinden maliyetlerinin devlet tarafından finanse edilebileceğini iddia eder. Kısaca 19. yy dan beri tüm sanayileşmiş ülkelerin esasen serbest dış ticaret politikalarını uyguladıklarını ve aksi bir durumun bir ülke için dünya ticaretinden izole anlamına geleceğini belirtir.
Gerçekte ise serbest dış ticaretten etkilenmeyecek bir şekilde bebek sanayilerini koruyarak bir ülke o sektörlerde uzmanlaşma sağlayabilir. Korumacı bir anlayış olmadığı takdirde ülke ithal mallar ile çabucak dolar ve bu durum süreklilik ihtiva edebilir. O yüzden de gelişmekte olan bir ülke özellikle mamul veya nihai mal ihracatında kullandığı veya ithalatında çok yer tutan her ürünü kendi imkânları ile üretme yoluna gitmeli ve ihracat sübvansiyonları kullanmalıdır. Ülkeler ayrıca, ihracat amaçlı ithal ettiği ara malların gümrüklerini de başlangıçta düşük tutabilir, temel malların ve hammaddelerin ihracatında kısıtlamalar getirebilir ve yeni ihracat pazarlarının bulunması, teşvikler ile satış ile pazarlama da destekler sağlayabilir son olarak da çok uluslu şirketlerin iç piyasaya tamamen hâkim olmasını engelleyebilir. Unutulmamalıdır ki gelişmiş ülkelerle rekabet avantajı olmadan büyüme de ilerleme olmaz.
Bunlardan başka, gümrük vergilerinde oranlar çok değişkendir. Kimileri yüzde 20, kimileri de yüzde 40 oranını yüksek bulur. Buradaki kıstas yerli sanayinin piyasaya sürdüğü bir ürünün, imalat maliyetinden daha ucuz bir ithal malın piyasaya hâkim olmasını engelleyecek kadar bir oranlama olmasıdır. Etkili bir stratejik dış ticaret politikası ve tüm etkenlerin bir arada uyumlu bir şekilde kullanılması da çok önemlidir.
Serbestleşme ile birlikte kaynakların yeniden dağılımı da sorun hale gelir. Ser- bestleşme ile birlikte kısa ve orta vade de büyüme, istihdam ve yaşam standartları olumsuz etkilenecektir. Belirli zümrelerin gelirleri artarken, önemli projelere gümrük vergisi gelirleri aktarılamaz. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerin ithalatın aşırı artmasını engelleyecek tedbirleri uygulaması çok önemlidir. Hatta DTÖ kuralları bu yönde esnetilmelidir.
Bu yüzden, endüstriyel kalkınmanın yönünü ve hangi sektörler ağırlıklı olacağı planlamasını kamu yapmalıdır. Seçici sanayi politikaları uygulanmalıdır. Eşzamanlı olarak birbirleri ile bağlantılı sektörlere devlet teşvik vermelidir. Tamamlayıcı yatırım kararlarının arkasında durulmalıdır. Özellikle teknoloji ağırlıklı ürünler, yerli ara malı kullanımı, ar&ge ye ağırlık verme ve yüksek miktarda bedel ödenen ithal ürünlerdeki yerlilik oranlarını artırmak çok önemlidir. Çeşitli performans hedefleri de sürekli gözden geçirilmelidir. Kitlerin hangilerinin ve neden özelleştirileceği de yine o ülkenin genel sanayi politikalarına uygun olmalıdır. Potansiyeli olan, pazar payını artırabilecek ve global marka haline gelebilecek KİT’ler elde tutulmalı ve daha verimli hale gelmeleri için her türlü teknolojik, insan kaynakları yatırımı ve finansal kaynak aktarımı yapılmalıdır. Karlılığı azalan kitlerde ise çalışanların maaşlarının bir kısmı kitlere ait hisse senedi verilmesi ile çözülebilir. Verimliliği artan kitler ayrıca büyük projelere de imza atabilir. Kitlerde bilgi sistem yönetimleri ve performans gözetimleri de uygulanabilir. Çalışan yapısı mavi yakalılardan beyaz yakalılara kaydıkça ve gereksiz istihdam sorunu çözüldükçe birde liyakatli yöneticiler elinde her KİT başarılı olacaktır. Dahası etkinlik ve üretkenlik arttıkça ödüllendirme sistemleri de devreye sokulmalıdır.
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınması içim fikri mülkiyet hakları ve patentlerin de korunması ve yatırımlar için çeşitli güvenceler verilmesi de çok önemlidir. Yalnız ticari fikri mülkiyet haklarında çok uluslu şirketlerin tekel fiyatlandırması yapmalarına da engel olunmalıdır. Ülkeler yabancı sermayenin tekel oluşturmak istediği sektörlerde kendi yerli ve milli şirketlerini oluşturmalıdırlar. Sadece yabancı firmaların veya iştiraklerinin ar&ge ve patent çalışmaları yapması o ülkeye bir şey kazandırmaz. Bu alanda devlet, teknoloji ve bilgi transferini gerçekleştirmek ve know-how ithalatı için yabancı şirketleri kullanabilir. Özellikle patent uygulamalarında kimya, ilaç ve yazılım gibi sektörler çok önemlidir. Devletler bu alanlarda her türlü imkan ve üniversite&sanayici işbirliklerini teşvik etmelidirler.
Bunlardan başka doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının da sözkonusu olduğu ülkelerde “greenfield” dediğimiz yeni tesisler yapmaları ve “brownfield” dediğimiz var olan bir tesisi satın almaları gibi durumlarda söz konusudur. Birde tahvil, bono veya fon alımı gibi portföy yatırımları da bulunmaktadır.
Dünyadaki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının çok büyük bir kısmının kuzey ülkeleri arasında olduğu iyi bilinmelidir. Portföy yatırımları ise çıkış rallisi halindeki veya yüksek reel faiz veren ülkelerde hedge fonlar yoluyla yoğunlaşır. Serbest kur uygulayan ülkelerde sıcak paranın çok fazla girişi yerli paranın değerini artırıp ithalatı ucuzlatacağından dış ticaret ve cari açığa sebep verebilir. Ayrıca en ufak bir finansal krizde hem yabancı yatırımcı hem de sıcak para çıkışları ülke ekonomileri için tahrip edici olabilir. Finansal serbestleşmenin bankacılık denetimlerinin az olduğu ülkelerde parasal krizlere sebep olacağı da unutulmamalıdır. Bu itibarla iyi tasarlanmış sermaye denetimlerinin kalkınma sürecinin kritik dönemlerinde önemli rol oynadığı unutulmamalıdır. Yabancı bankalardan borçlanmaların da spekülatif balonları ve finansal kırılganlıkları artırdığı iyi bilinmelidir. Hele hele bu krediler verimli ve üretken alanlara aktarılmadığında ülke ciddi bir ödemeler dengesi krizi ile karşı karşıya kalır. Vade uyumsuzluğu gibi geri dönüşü uzun olabilecek yatırımları kısa ve yüksek faizlerle finanse etmekte ciddi bir hatadır. Bankacılık ve sigorta sektörü ele geçiren yabancılarda genelde ya o devletin yüksek faizli bono ve tahvillerine yatırım yaparlar veya yüksek faizli krediler ile tüketimi artırarak o ülkelerdeki hane halkı borçlanmalarını yükseltirler.
Bunların yerine ülkeler tasarruf oranlarını artırıp kendi iç kaynakları ile verimli ve üretken reel sektör fonlamalarına önem vermelidirler. Devletlerin özel sektörün borçlanmaları da dâhil tüm borçlanmaları uzun vadeli düşük faizli ve öncelikli sektörlere yöneltme işini planlaması elzemdir. Finansal kriz anlarında ise IMF’nin ve WB’ın dayattığı gibi daraltıcı maliye ve para politikaları uygulamak krizden zarar gören kesimleri daha fazla etkiler ve ülke içi sermayenin belirli kişiler&kesimler elinde toplanmasına yol açar. Ayrıca döviz kullanımının çok yaygınlaşmasının yani dolarizasyonu önlemek adına bazı ülkelerde bankaların döviz üzerinden kredi vermesini de engellediği bilinmektedir. Döviz transferine limit koyan hatta yabancıların sahip olabileceği yatırım fonları ve hisse senedi miktarlarını kısıtlayan ülkelerde bulunmaktadır. Bu tip durumlarda uyarı göstergesi-hız kasisi (trip wire-speed bumb) yaklaşımları portföy yatırımları üzerinde denetimler için uygundur.
(Devam edecek…)