“Başka bir dünya mümkündür” sloganı ile bilinen ve 2001 yılından itibaren düzenlenen “Dünya Sosyal Platformu” neo-liberal küreselleşme karşıtı tüm akımları birleştirme çabası içindedir. Toplantılarda aktivistler: dünyamızın geleceğini piyasa güçlerinin başıbozuk ve yıkıcı etkilerine terk etmeyi amaçlayan ve iktisadi sosyal faaliyetleri sadece kar dürtüsüne indirgeyen, neo-liberal öğretiye karşı katılımcı ve insanca yaşamanın asgari gereklerini ön plana çıkartan alternatif bir iktisadi kalkışma felsefesinin arayışlarını sürdürüyorlar.

Yazı serimizdeki mantığa göre devam edersek günümüzde küreselleşme sürecine konu olan, uluslararası ticaretin, rekabetçi fiyatlama yada serbest pazar ekonomisi gibi fantezi unsurlara dayalı olarak değil, doğrudan doğruya dünya ticaretinin 3/2 sini kontrol eden ÇUŞ’ların rant kollama gücüne dayalı idari kararlar sonucu sürdürülmekte olduğunu görürüz. Bu yüzden de bahsekonu firmaların genelde kendi aralarında yaptıkları ticaretten alınacak yüzde birlik Tobin vergisi ile (uluslararası muhasebeleştirilerek) az gelişmiş ülkelerin borçlarının temizlenmesi, yoksullukla mücadele ve teknolojinin ve gelirin dünya ölçeğinde daha adil dağılımı gibi konularda ilerleme sağlanabilecektir.

Gelelim diğer alternatif yaklaşımlara:

Doğrudan yabancı yatırımlar yeni teknolojik ve uygun fiyatlarla geliyorsa ve faaliyet göstereceği yeni bir ülkede tekel konumuna geçmeyecek ise uygundur. Ayrıca transfer fiyatlaması adı altında vergi kaçırmaları da engellenmelidir. Hatta bu çok uluslu şirketler, gittikleri ülkelerde kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen hükümetlerin aleyhine siyasi propagandalara da destek verirler. Japonya, Kore ve Tayvan, yalnızca belirli sektörlerde DYY’ ye (Doğrudan Yabancı Yatırım) izin vermiş ve temel sektörlerde yabancı mülkiyetin yüzde 10 oranını aşmasını yasaklamıştır. Bu üç ülkenin aldığı diğer tedbirler ise şunlardır: DYY’yi yalnızca getirinin götürüden fazla olduğu sektörlerde teşvik etmek, ÇUŞ’ların doğru teknolojileri doğru fiyatlardan transfer etmesini sağlamak, ÇUŞ’lara girdi üreten yerli üreticileri, ÇUŞ’ların faaliyetlerinden teknolojik açıdan azami düzeyde yararlandırmak, ÇUŞ’ların kazançlarının büyük kısmını ülke dışına aktarmasına engel olmak, yerel iştiraklerin yarattığı gelirlerin ve yaptıkları ticareti azamiye çıkartmak, serbest bölgelerde sadece ticaret amaçlı üretim yapılmasını sağlamak.

DDY’ ların, büyük bir iç piyasa, eğitimli bir işgücü, artan gelirler ve ekonomik büyüme ile sağlam bir altyapı gibi etkenleri daha fazla önemsediği de iyi bilinmelidir. Ayrıca DDY’ların ulusal kalkınma ve sanayi politikaları ile eşgüdümlü olarak uygulanması gerekir. Bir diğer konu ise finansal serbestleşmedir. Eğer yurtiçi faiz oranları, yurt dışı faiz oranlarından daha düşük ise yurtiçinden sermaye çıkışları olacağı kesindir. Tam tersi olarak düşük kur&yüksek faiz uygulaması olursa bu seferde sıcak para gelir ama ithalat artar ve cari açıkta çok yükselir. Bazen de büyük firmalar ucuz sermayeyi ölçüsüz spekülatif faaliyetlerde kullanmışlardır. O yüzden finansal serbestleşme çok hassas bir konudur ve genel makro ilklere göre ele alınmalıdır.

Finansal kırılganlığı yüksek, istikrarsız bir piyasa sistemi olan ülkelerde serbestleşmenin, spekülatif hareketlere engel olabilecek bir mekanizma yoksa çok yıkıcı olabileceği de unutulmamalıdır. Bankacılık krizleri olabilir, gelir eşitsizliği artabilir, sıcak paranın ani çıkışı nedeniyle döviz krizi yaşanabilir, aşırı değerli yerli para durumunda devalüasyon olduğunda dövizle borçlananlar iflas ederler. O yüzden devletin denetimleri, özerk kuruluşların ekonomik gerçeklere göre rolleri, kalkınma sürecinde finans ve reel sektörün her zaman uyum içinde olması çok önemlidir.

Bu itibarla, tüm finansal sistemler ekonominin uyum içinde organize olma amacına hizmet etmelidirler. Uzun vadeli yatırımlara, finans sağlama potansiyeli olan “functıonal efficiency” yani işlevsel etkinlik ilkesine göre hareket etmelidir. Özellikle, kamu temel sektörlerin kullandığı banka kredilerinin ucuz ve uzun vadeli olmasına ve kolayca tahsis edilmesine önem vermelidir. Bu amaçla, uzun vadeli kredilendirmede uzmanlaşan kalkınma bankalarına daha fazla yer verilmelidir. Finans kuruluşları varlığa göre farklılaştırılan bir zorunlu karşılık (varıable asset based reserve requirements) sistemi oluşturmalıdır. Böylece düzenleyici makamlar varlığa göre farklılaştırdıkları karşılıkları, hem bazı sektörlerdeki aşırı ve eksik yatırımlardan kaynaklanan sektörel dengesizlikleri gidermenin hem de finansal sistemi sanayi politikası hedefleri doğrultusunda düzenlemenin bir aracı olarak kullanabilir. Reel sektörün finansmanı için diğer alternatifler ise kredi yönlendirme, vergi indirimleri, sektörel olarak uzmanlaşmış kredi kuruluşlarını mali ve parasal yönden desteklemeleridir.

Bir diğer başlık ise konvertibilite kavramıdır. Gelişmekte olan ülkelerde bağımsız bir para politikası yoksa, MB tam bağımsız değilse ve yeterli rezerv yoksa yerli paranın değer kaybetmesi, parasal sistemin çökmesi, sermaye kaçışları ve finansal istikrarsızlık olasılıklarını artırır. Bir ülkenin milli parasının ani ve büyük değer kaybı, varlıklarında azalma, döviz bazlı borçluluklarda artma ve finansal krizlerin birbirini izlediği bir kısır döngüyü başlatır. Bu yüzden konvertibilite kısıtlamalarını getirmek en iyi çözüm olur. Ayrıca kur istikrarsızlığından kaynaklanan baskılara da dayanılabilir. Mesela Çin’ de “yuan”, belirli işlemlerde, yabancıların yerli varlıkları DYY veya portföy yatırımları biçiminde alıp satması amacıyla dövize çevrilemez. Bu durum birde tasarruf sahiplerinin, yabancı para cinsinden finansal varlıkları (örneğin ABD’ nin hazine bonoları veya Japon şirketlerinin hisselerini) satın almak için yerli para cinsinden varlıklarını yasal yollardan kullanamaması anlamına gelir. Benzer biçimde, döviz işlemlerinin yapıldığı vadeli piyasalara erişim uluslar arası ticaretle ilgili bir ihtiyacı olduğunu belgeleyebilenlerle sınırlıdır.

Mesela kur politikası da çok önemlidir. Dar bir aralıkta dalgalanmasına izin verilen sabit kurlar, G.Kore, Malezya ve Endonezya da hızlı büyüme, ihracatla büyümede ve finansal istikrarı sağlamada büyük başarı elde etmiştir. Kısıtlı konvertibilite için de devlet, döviz talep edenlerin döviz lisans belgesi almasını şart koşarak veya yerli paranın yalnızca cari işlemler için dövize çevrilebildiği ayrımcı bir politika izleyebilir. Ayrıca IMF Ana Sözleşme madde 8 de böyle bir duruma izin vermektedir. Dahası bu yöntemlerle sabit kur sisteminde istikrar bozucu spekülasyon yapma olanağı asgariye iner.

Neo-liberal politikaların aksine MB’lerin para politikaları açık, şeffaf hedeflere sahip, istihdam ve sosyal refah hedeflerine yönelik olmalıdır. Yüksek enflasyonu önlemeye yönelik para politikaları da ancak bu genel hedefler ile bağdaştığı sürece uygulanmalıdır.

Geniş vergi tabanı ve vergi tahsilatındaki etkinlik ve sigortalı çalışan/emekli arasındaki aktüeryaya göre yapılan kamu harcamaları bazı dönemlerde GSYİH’ ya göre yüksek oranlara ulaşsa bile süreklilik göstermeyecektir. O yüzden özel sektörü destekleyici kamu yatırımları veya kamu&özel işbirliği projeleri uygulamakta bir sakınca yoktur. Çünkü sürdürülebilir ekonomik büyüme ve sosyal gelişme stratejik, iyi tasarlanmış ve doğru yönlendirilen devlet harcamalarının artmasına bağlıdır. Örneğin sağlık ve eğitim harcamalarının yoksulluğu azalttığı ve ekonomik büyümeyi artırdığı tecrübe ile sabittir.

Sonuç olarak, kapitalist düzenden memnun olan kuruluşların veya kesimlerin yurtiçi ve yurtdışı finans kuruluşlarının ve ÇUŞ’ların neo-liberal politikaları tercih ettikleri net olarak bilinmelidir. Onların düzenlediği ve uygulattıkları mevcut küresel kurallar değişmez değildir. Gelişmekte olan ülkelerin finansal krizlerden ve sömürü düzenlerinden korunması gerekmektedir. Mesela, özelleştirmeler hükümet yanlısı gruplara veya holdinglere kaynak aktarma metodu olmamalıdır. Bir diğeri vergi tahsilâtı ve verginin tabana yayılması en az lüks harcamaların kısılması kadar önemli bir meseledir. Alternatifsiz bir neo-liberal süreç, insanlığı görülmemiş bir sefalete, gelir dağılımında adaletsizliğe ve sermayenin belirli ellerde toplanmasına yol açmaktadır. Bu yüzden de alternatif politikalar çoğaltılmalı ve sürekli yenilenerek uygulanmalıdır.