Öncelikle neo-liberalizmin 3 temel öğesi vardır. Fiyat desteklerinin ve tavanlarının kaldırılmasıyla, serbest dış ticaretle, döviz kurlarının piyasada belirlenmesiyle v.b yollarla devlete karşı mal ve sermaye akımlarını yönlendirmede piyasaların rolünü artırır. Özelleştirme ile piyasaların devlet müdahalesinden arındırılmasıyla özel girişimcilerin kapsamını genişletir ve piyasaların, finans ve bankacılık sektöründeki kesin ağılığı ve kontrolü, işgücü piyasalarında işverenden yana tercihleri, sıcak para ve rekabet edebilir kur avantajı ile iyi bir iktisat tercihi olduğu izlenimi verir.

Bu yazı dizisinde ben sizlere neo-liberal politikalar dışında hızlı ekonomik kalkınmayı adil, istikrarlı ve sürdürebilir bir biçimde sağlamanın gerçek yollarından bahsedeceğim. Hatta uygulama da işe yaradığını da kanıtlayacağım. Çünkü neo-liberal iktisat politikaları (yani 1990’dan beri pek çok ülkede izlenen birbirine benzer, IMF&Dünya Bankası ve Washington Uzlaşması çerçevesinde dayatılan) başarısız olmuş, gelir dağılımını bozmuş ve sonuçta dünya GSMH’nın yüzde 50’si dünya nüfusunun yüzde birinde toplanmış ayrıca çok uluslu şirketler dünyanın hâkimi konumuna gelmiştir.

Şimdi madde madde bu yıkıcı neo-liberal politikalar ve yanlışlıkları ile yarattıkları sorunları inceleyelim:

Yalan 1- Zengin ülkeler serbest dış ticaret ve finans hareketleri ile gelişmişler ve ekonomik büyümeyi sağlayabilmişlerdir.

Böyle bir strateji, kaynakların, işletmelerin ve hatta fikirlerin özel mülkiyetini teşvik ederken, devlet düzenlemelerinin kapsamını asgariye indirir. Özelleştirmeler yapılır, GATT ve DTÖ aracılığı ile dış ticarette korumacılık kaldırılır ve vergiler düşürülür. Yatırım fonlarını piyasalar sağlar, en önemlisi de ülkeler yasal düzenlemeler ile çok uluslu şirketlere sonuna kadar açılır. Kısaca devlete ait hizmet veya ürün üreten kuruluş kalmasın, devlet finansal hareketleri denetlemesin, uluslararası sermaye hareketlerini kısıtlamasın v.b uygulamalar getirmişlerdir.

Gerçek 1- Öncelikle gelişmiş ülkelerin tamamı kalkınma yolunda tarihsel olarak ilk başlarda sanayiden dış ticarete ve finans alanında devlet müdahalelerini ve korumacı politikaları aktif biçimde kullanmışlardır. Bebek sanayilerine yönelik dış ticarette korumacı önlemler, devasa devlet yatırımları, büyük tarımsal sübvansiyonlar uygulamışlardır. Finans ve bankacılık kurumlarını da özellikle teknolojik ve ağır sanayi sektörlerine yönelik dev kaynak tahsislerine özendirmişlerdir. Finansal krizlerin önüne geçmek veya önem verdikleri sektörlerin ulusal veya uluslararası çıkarlarını korumak için piyasalara müdahale etmişler veya sıkı denetimler düzenlemişlerdir.

Yalan 2- Diğer sistemlerin başarısızlığa uğradığı yerlerde neo-liberalizm başarılı olmuştur.

Devletin küçültülmesi, bütçe açıklarını ve enflasyonist baskıları azaltmış, piyasada etkinliği sağlamış, özel girişimciliği teşvik etmiş, verimliliği, tasarrufları ve yerli ve yabancı yatırımları özendirmiş, hızlı ekonomik büyüme sağlamış ve yaşam kalitesini artırmış, demokrasiyi geliştirmiş, iyi yönetişimi ilkesel hale getirmiştir.

Gerçek 2- 1980-2000’ yıllarında, yoğun neo-liberal dönemde yalnızca Arjantin, Şili ve Uruguay, korumacı ve ithal ikameci sayılan 1950-1980 dönemine göre daha hızlı büyümüştür. Gerçi sonradan Arjantin ve Uruguay ekonomileri de çökmüştür. Şili ise sıkı sermaye denetimi ve çoğu sektöre ciddi devlet sübvansiyonları uygulayarak ayakta kalmıştır. Sanayileşmiş ülkelerin GSMH oranı yüzde üçden yüzde ikiye, gelişmekte olan ülkelerin ise yüzde 1.5’a düşmüş, GSYİH medyan büyüme oranı ise sıfır olmuştur. Çin ve Hindistan ise neo-liberal reçetelere uymamıştır. Bankacılık ve finans krizleri kırılganlıkları, eşitsizlik ve yokluluk düzeyleri de artmıştır. Yeterince sosyal yardımlar yapılamamış, ciddi bir ekonomik gelişme ve refah artımı olmadığı için de toplumsal fayda optimum seviyeye gelememiştir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve MNC gelişimi (çok uluslu şirketler) Çin hariç sadece kuzey ülkelerinde yoğunlaşmıştır. En zengin yüzde 20 ülkelerin en fakir yüzde 20 ülkelere göre toplam gelir farkı 1960’larda yüzde 30 iken 2000’li yılların başında yüzde 70’lere çıkmıştır. Ülke içi eşitsizliklerde artmış ve gelir en üst yüzde 20’lik grupta toplanmıştır. Yoksulluk ölçütlerine göre en alt gruba giren (yani günde 2 dolardan daha az geliri olan) kişilerin sayısı 4 milyara yaklaşmıştır. En önemlisi de MNC’ler, gittikleri ülkelerde yasaları, anayasayı, baskı gruplarını hatta hükümetleri bile kendi istedikleri şekilde yönlendirip değiştirmektedirler. Sendikalaşma veya işçi hakları gibi emekçi ve ücretli kesimin toplu hak arama imkânlarının en aza indirilmesinden, IMF dayatmaları ve tekdüze politika önerileri ile siyasi çoğulculuğun azalması ve ekonomik bağımsızlık ilkelerinin uygulanmaması hususlarına da değinmek gerekir.

Devam edecek..