Neo-liberal politikaların uygulandığı ülkelerdeki pratikleri ve bilerek verilen övme amaçlı yanıltıcı bilgileri irdelediğimiz yazı dizimize devam edelim….

Yalan 3: Gelişmekte olan ülkeler, iktisadi bir güven ve yatırım ortamı ile refah devleti istiyorlarsa, neo-liberal ekonomi politikaları uygulamalılar ve kaçınılmaz olan küreselleşme ile uyum sağlamayı öğrenmeliler.

Küreselleşmeden ancak mal ve sermaye hareketleri piyasalarına izin veren ülkeler yararlanabilir. İthalatını kısıtlayan ülkeler uygun fiyatlarla mal alımı gerçekleştiremez. Böylece ihracat yapan yerli üreticilerde pahalı yerli ara malları kullanmak zorunda kalırlar. Sermaye kısıtlamaları getiren veya korumacı dış ticaret ilkeleri uygulayan ülkeler uluslararası finans piyasalarından dışlanırlar. Yatırımcılarda yabancı sermayeyi ürküten bu ülkelerde fonlarına aşırı bir getiri talep ederler.

Gerçek 3: Öncelikle küreselleşme ulusal ekonomileri dış ticarete ve sermaye hareketlerine farklı ölçülerde ve biçimlerde açma stratejisiyle pekala bağdaşabilir. Pek çok gelişmiş veya gelişmekte olan ülke neo-liberal olmayan farklı politikalar ve kurumsal düzenlemeler uygulamaktadırlar. Örneğin Şili 1990’larda genellikle neo-liberal politikalar izlemiş ve yine de oldukça sıkı bir sermaye denetimi rejimi sağlamıştır.

Yalan 4: Neo-liberal Amerikan kapitalizmi modeli, gelişmekte olan ülkelerin tümünün örnek aldığı bir idealli temsil eder.

1990’larda ABD’de kesintisiz bir ekonomik büyüme ve üretkenlik artışı, düşük işsizlik ve düşük enflasyon dönemi yaşanmıştır. Fikri mülkiyet haklarının iyi korunması, ticari vergilerin düşük olması, çalışanlara yapılan ödemelerin performansa bağlı olması, hukuk sisteminin şeffaflığı teşvik etmesi ile devletin aşırı harcamalardan kaçınması bunun en büyük sebeplerindedir. Yani neo-liberal politikalardan daha çok yapısal reformlar etkili olmuştur. Başka bir ifade ile  esnek, rekabetçi ve devlete ait pek çok hizmetin özelleştirilmiş olduğu sürekli yeni teknolojiler ile ivme kazanan bir ekonomik model.

Gerçekler 4: Aslında ABD, 1990’larda önceki dönemlere göre daha az (GSMH artışı, 1970-73 4.8, 1982-86 dönemi % 4.4 iken 1991-95 döneminde % 2.8 olmuştur) büyümüştür. Borsadaki yükselişte en zengin % 20’lik kesime yansımıştır. Ücret eşitsizliği bu dönem daha da artmıştır. En alt kesimdeki hane sayısı azalmamıştır. 1990’larda İrlanda  % 6.8, Singapur  % 5.3 büyümüştür. Diğer Avrupa ülkelerinin performansları da hemen hemen ABD ile aynı seviyededir. Aynı yıllarda, Yeni Zelanda ve İngiltere’ de tamamıyla neo-liberal politikalar uygulamışlardır ama bu iki ülkede belirgin bir GSMH artışı yaşanmamıştır. 

Yalan 5: Doğu Asya Modeli o bölgeye özgüdür. Anglo-Amerikan model evrenseldir. Çünkü bu model, insan doğasının evrensel dürtüleri olan içten gelen girişimcilik eğilimi, zengin olma arzusu ve kişisel çıkar dürtüsüyle uyumludur.

Öncelikle Doğu Asya (Başta Çin, Hindistan ve diğerleri Singapur, Tayvan ve Endonezya) olmak üzere neo-liberal politikalardan büyük ölçüde sapmasına rağmen, ekonomik büyüme oranında, yaşam standartlarını yükseltmekte ve ekonomik modernleşmede tarihte eşi benzeri olmayan ilerlemeler sağlamışlardır.

Gerçekler 5: Soğuk savaş nedeniyle, 1950’lerden itibaren Kore, Tayvan ve Japonya’ ya, ABD’ nin ciddi dış yardımlar ve teknik personel gönderdiği, sanayi altyapısı oluşturduğu ve özellikle bu ülkelerden yüksek teknolojik ürünleri ithal etmeye başladığı bilinen bir gerçektir. Bu ülkeler aynı zamanda yüksek korumacılık da uygulamışlardır. Anglo-Amerikan başarı hikâyesinin arkasında, esasen sömürgecilik, ucuz işçi çalıştırmaları sonucu oluşan sermaye birikimi, fikri hakları ihlal etmeleri, aşırı korumacılık, merkantalist politikalar, doğal zenginlikler, köle ticareti, yayılmacı politikalar ve savaş ekonomileri ile kalkınmaları yatmaktadır. Ayrıca gelişmiş bir finansal denetim sistemi de çok eltili olmuştur, 

Yalan 6: Gelişmekte olan ülkeler uluslararası kuruluşların ve siyasetten bağımsız bürokratların denetimine muhtaçtır.

Öncelikle, bürokratlar kendi çıkarlarını daha fazla düşünürler. Sanayileşmiş ülkelerde, özgür basın, hukuk sistemi, şeffaf kurullar gibi demokratik denetleyici sistemler yolsuzluklarla mücadelede siyasetçilerden ve bürokratlardan hesap sorabilirler. Gelişmekte olan ülkelerde ise basının sansürlenmesi, yargının siyasallaşması, güçler ayrılığı ilkesine uyulmaması ve kolluk kuvvetlerinden bir yandaş güç oluşturulması ile paramiliter grupların varlığı gibi sorunlar bulunmaktadır. Böyle bir ortam, ekonomik kalkınmaya yönelik girişimlerin önünü kesen devlet içi yolsuzlukların ve verimsizliklerin kaynağıdır. Bu yüzden de siyasetten bağımsız denetleyici kuruluşların olması gerekmektedir. Örneğin ekonomide karar alma yetkisini, merkez bankaları veya para kurulları gibi güçlü, siyaseten bağımsız, politika oluşturan yapılara bırakmak gerekmektedir. Böylece yerli ve yabancı yatırımcıların güveni kazanılır ve etkinlik de sağlanır. IMF, WB (Dünya Bankası) veya WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlar, gelişmekte olan ülkelerdeki iktisadi politikaların doğruluğuna, tutarlılığına ve niteliğine büyük katkılar yapabilir. Maalesef global finans piyasalarının önemini bilmeyen pek çok muhalif bu kuruluşların ulusal egemenliğini kısıtlayıcı yöntemlerini genellikle abartırlar ve bunların teşvik ettiği politikaların evrenselliğini takdir edemezler.

Gerçekler 6: Kamu sektörü veya iyi işleyen, liyakata önem veren ve milli değerleri özümsemiş bir bürokrasi ülkelerin kalkınmasında çok önemli roller oynar. Yolsuzluklar özel sektörde de görülebilir. Özel kesimde veya kamu sektöründe olanların dürüstçe veya etkin ve verimli çalışıp çalışmadığı büyük ölçüde bu makamlardaki görevlilerin yeteneklerine, maaşlarına, güdülerine ve saygınlıklarına, kurumsal yapılara ve siyasi ile hukuki düzene bağlıdır. Aksine karar alma yetkisini seçimle işbaşına gelmemiş bürokratlara veya uluslararası kuruluşlarda çalışan uzmanlara bırakmak hesap sormayı güçleştirir ve uzun vadeli ekonomik performansı da artırmaz. Neo-liberallerin asıl amacı kamu sektörüne güven duyulmasını azaltmak ve devletin itibarını zedelemektir. IMF gibi uluslararası kuruluşların tekdüze ekonomik reçeteleri her ülke için uygun değildir. Bunlar ülkelere istedikleri kararları almada zorluk çıkartır ve genelde çok uluslu şirketlerin yararına düzenlemeler isterler. Karar alma süreçlerinin bağımsız güya yerel veya emperyal devletlere hizmet eden uluslararası kuruluşlara devretmek, demokratik yönetişimin önemini yadsımakta ve karar alam sürecini kamuoyundan gizlemeye yol açar. Arkasındaki asıl niyetleri öğrenmek zorlaşır.

Devam edecek…