Paranın ekonomi üzerindeki etkisini araştıran bilim koluna para teorisi denmektedir. Para teorisinin en çekici konularının başında para talebi gelmektedir. Çünkü insanların niçin para tutmak istediği konusu hep merak edilmiştir. Klasik iktisatçılardan günümüze bu sorunun cevabı arana gelmiştir. Böylece, bir bakıma para talebi teorisinin çerçevesi çizilmiştir. Klasiklerin düşüncesi “Miktar Teorisi” olarak şekillenmiştir. Teori, ilk kez Dawid Hume’ün “On Money” (Para Hakkında) isimli eserinde tartışılarak ortaya atılmış ve bu daha sonraları William Petty tarafından matematiksel biçimde ifade edilmiştir.   

Para talebi, hem teori hem de uygulama düzeyinde yoğun biçimde incelenmiştir. Değişik analiz ve yorum farklarına rağmen, bazı konularda tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Örneğin; Reel para talebi, reel gelir düzeyi yükseldiğinde, artar; faiz oranı yükseldiğinde ise düşer. Uygulamalı çalışmaların  çoğu, para talebi fonksiyonunun bu iki özelliğini taşır. 1973 yılına kadar yapılan uygulamalı çalışmalar, reel para talebinin gelir düzeyi ile birlikte arttığı; faiz oranıyla birlikte azaldığı, oldukça kararlı ve basit bir para talebi fonksiyonu ortaya koymuştur. Fakat 1974 sonrası, para talebi fonksiyonu birkaç kez kaymıştır. Bu kaymaları veya para talebindeki istikrarsızlıkları açıklamakda başlıca araştırma konusu olmuştur. Ancak, bu konuda çok başarılı olunduğu söylenemez. Buradaki temel sorun, mali sistemdeki bir dizi değişiklikten kaynaklanmaktadır. 

Para talebi, reel olarak önemlidir. İnsanlar ellerindeki nominal para miktarıyla ilgilenmezler. Bu durum bizi şu iki sonuca götürür: Fiyat düzeyi yükseldiğinde reel para talebi değişmez ve faiz oranı, reel gelir ile reel servet gibi bütün reel değişkenler değişmeden kalır. Belirtilen reel değişkenler veri iken, nominal para talebi, fiyat düzeyindeki artışla orantılı olarak artar. Bu tip davranışa ekonomi de para aldanması denir. Yani, bütün reel değişkenler sabit iken, fiyat düzeyindeki bir değişiklik bireyin reel davranışlarını etkiliyorsa, birey para aldanmasına uğrar. 

İktisatta, para talebi ile ilgili teoriler, daha çok para tutmanın faydası ile faiz maliyeti arasındaki değiş tokuş (tercih) üzerine kurulmuştur. Örneğin, elde 1000 TL’lık para tutmanın faiz kaybı ne kadar yüksek ise, birey o kadar az para tutma eğilimindedir. Bireylerde, elde para tutma kararına, alternatif olan fırsat maliyetine göre karar verirler. Yani diğer varlıkların getirisine göre diyebiliriz.  Ayrıca, bireyler, gelir düzeyi yükseldikçe, oransal olarak daha az para tutar. Bu durum değişik sözcüklerle de ifade edilir: Mesela, nakit yönetiminde ölçek ekonomisi  vardır, paranın gelir esnekliği de birden küçüktür.  Yani gelir artıyorsa, nominal para talebi de bununla orantılı olarak artacaktır. 

Bunlarla birlikte, ekonomik istikrarsızlık durumunda, fiyatları belirsiz şekilde değişen varlıklarda uğranması muhtemel sermaye kayıplarına karşı güvence olması için tipik bir yatırımcı: çeşitlendirilmiş portföyünün bir bölümünü nakit, bir bölümünü de güvenli varlık olarak tutar. Diğer varlıkların getirilerinin riski, getirilerin değişkenliği ile ölçülür. James Tobin’e göre “Diğer varlıkların beklenen getirilerindeki bir artış-yani para tutmanın alternatif maliyetindeki- bir artış, para talebini azaltır. Tam tersine, diğer varlıkların getirilerinin riskindeki bir artış, para talebini artırır. Risklerin çoğu da, enflasyonla ilgili belirsizliklerden kaynaklanmaktadır. Portföy çeşitlendirmesi de M1’e olan talepten çok, M2 içinde yer alan vadeli mevduat ve tasarruf mevduatı gibi varlıklara olan talebi açıklamaktadır. Para dışı varlıkların (örneğin, vadeli mevduat  ve uzun vadeli tahvil faizi, yahut hisse senedi getirisi gibi) faiz veya getiri oranlarındaki bir artış, M2 talebini azaltır. Öte yandan varlıklara olan talebi artırır. Böylece adı geçen portföylerin hacmi yükselir.

Keynes’e göre ise değer birikim aracı olarak iki alternatif söz konusudur: Para ve tahvil. Başka deyimle para, tahvilin yakın ikamesidir. Yani ekonomik birimler, servetlerini para veya tahvil şeklinde bulundurabilmektedirler. Burada tahvil sözcüğü, menkul kıymetleri temsil etmektedir. Faiz oranlarındaki değişmeye bağlı olarak, tahvillerin piyasa değeri de değişmektedir. Servet sahipleri bu fiyat değişimini izleyerek ellerinde tahvil tutmak veya satmak suretiyle spekülasyon yapmaktadırlar. Örneğin, ileride faiz oranının düşeceğini tahmin eden bir kimse şimdiden tahvil alır. İleride gerçekten de faiz oranı düştüğünde, bu tahvilleri yüksek piyasa değerinden satarak spekülatif kazanç sağlar. Aksine, ileride faiz oranının yükseleceğini tahmin ediyorsa, tahvillerin piyasa değerinin düşeceğini bekler. Bu da spekülasyon güdüsüyle para talebinin artmasına neden olacaktır. Bu durumda ekonomik birimler tahvil yerine parayı ellerinde nakit biçiminde tutmayı tercih ederler. Ayrıca Keynes’e göre halkın kabul ettiği bir normal faiz oranı (i) vardır. Piyasa faiz oranı (r) bunun üstüne çıktığında (r > i) halkın büyük çoğunluğu piyasa faiz oranının tekrar normal faiz oranına düşeceği fikriyle hareket ederek; tahvil talebini arttırır ve atıl para talebini çok geniş ölçüde azaltır. İşte cari piyasa faiz oranı r ile normal faiz oranı i arasındaki farklılık, spekülasyon güdüsüyle para talebinin doğmasına neden olmaktadır. Değer birikim aracı olarak para ve tahvil söz konusu olduğuna göre, tahvil fiyatları ile faiz oranları arasındaki ilişki önem kazanmaktadır. Para talebine ilişkin teorik yorumlar, birçok araştırmacı tarafından gerçek veriler kullanılarak test edilmiştir. Elde edilen sonuçlardan önemli olan bazılarını sunalım:

•Bilindiği gibi, para talebinin faiz esnekliği, para ve maliye politikalarının etkinliğinin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Uygulamalı çalışmalar, para talebiyle faiz oranı arasında gerçekte ters orantılı, yani negatif ilişki bulunduğunu göstermektedir. Bu, teorik yaklaşımlarla örtüşmektedir.

•Elde edilen bulgular, para talebinin faiz esnekliğinin Friedman’ın daha önce iddia ettiği gibi sıfır; Keynes’in iddia ettiği gibi de çok yüksek olmadığını göstermiştir. Amerika Birleşik Devletlerindeki verilere göre yapılan  uygulamalarda  bu esneklik   –0.1 ile –0.9 arasında hesaplanmıştır. Bu iki sınır arasındaki gerçek değerin ne olacağı para arzı tanımı ve faiz oranına bağlıdır. 

•Daha önce belirtildiği gibi, para talebi teorisine göre, para talebi gelir düzeyine bağlı ve onunla doğru orantılı ilişkiye sahiptir. Gelir düzeyindeki nispi değişmenin para talebinde yaratacağı nispi değişiklik para talebinin gelir esnekliği ile ölçülmektedir. Bu esneklik, para politikası açısından da önemlidir. Nitekim, söz konusu esneklik, merkez bankasına, faiz oranlarını değiştirmeden iktisadi büyümeyi desteklemek için para arzını ne oranda artıracağı konusunda ışık tutar.

•Para talebi üzerine yapılan uygulamalı çalışmalar, para talebinin gelir ve faiz oranındaki değişikliklere belirli bir gecikme ile uyum sağladığını göstermiştir. Öyle ki, gelir düzeyi veya faiz oranı değiştiğinde, önce para talebinde küçük bir değişiklik olmakta; daha sonra, zamanla para talebi yavaş yavaş uzun dönemdeki değişikliğe tamamen ulaşacak biçimde artmaktadır. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, elde para tutmanın uyarlama maliyeti; ikincisi ise, elde para tutanların beklentilerinin yavaş uyum sağlamasıdır. 

• Para talebinin geçerli olan dört önemli özelliği vardır. 

-Reel para talebinin faiz oranına duyarlılığı negatiftir.

-Reel para talebi, reel gelir ile doğru orantılı etkileşir.

-Para talebinin, faiz oranı ve gelirdeki değişikliklere kısa dönem duyarlılığı, uzun dönem duyarlılığından çok daha düşüktür. Bu fark üç kattan fazladır.

-Nominal para talebi fiyat düzeyi ile doğru orantılıdır. Para yanılması yoktur. Başka deyimle, para talebi reel balans talebidir.

•1973’e kadar reel para talebi, çoğu ülkelerin makro ekonomisinin en iyi anlaşılan ve en kararlı denklemi kabul edilmiş; fakat 1973 sonrası M1 (dolaşımdaki paraya banka hesaplarında bulunan vadesiz mevduatların eklenmesi durumudur) para talebi  konusunda çeşitli şüpheler başlamıştır. Bu tarihten günümüze, uygulamada kullanılabilecek düzgün bir para talebi fonksiyonunun biçimi konusunda görüş birliğine varılamamıştır. Başka bir değimle, kararlı bir para talep fonksiyonu  üretilememiştir. Buna rağmen, para talebinin, esas itibariyle, gelir ve faiz oranından etkilendiği konusunda genel bir görüş birliği vardır.

•Para talebindeki kaymaların nedenlerini açıklamak oldukça zordur. Bu konuya bir açıklık getirebilme çabaları geniş araştırma yapılmasını özendirmiştir. Ancak, önerilerin hiçbiri kararlı bir para talep fonksiyonu üretememiştir.

 M2 Para Talebi İçin Uygulama Sonuçlarına baktığımızda ise; M2 (M1 ile kıymetli maden vadeli depo hesapları, TL ve yabancı para cinsinden vadeli mevduatların toplamı) para talebinin, M1 talebinden daha fazla kararlılık gösterdiğini, M2’nin kendi faiz oranıyla (yani çeşitli mevduata ödenen faiz oranlarının ağırlıklı ortalaması ile) pozitif, M2’yi elde tutmanın alternatif maliyetiyle negatif ilişkide olduğu, bütün faiz oranlarındaki eş oranlı bir artışın, M2 para talebini azalttığı, reel M2 para talebinin, gelir düzeyi ile pozitif ilişkide olduğu, nitekim, M2’nin uzun dönem gelir esnekliği açıkça pozitif ve yaklaşık bire eşit bulunduğu, kısa dönem faiz esnekliklerinin, uzun dönem faiz esnekliklerinden daha küçük olduğunu, görmekteyiz.

Gelelim MB’nin fonksiyonuna: Merkez Bankası para arzını kontrol etmek için zorunlu karşılıklar, iskonto oranı ve açık piyasa işlemleri (APİ) gibi araçlarla piyasaya müdahale ederek para piyasasını dengede tutmayı hedefler. Bir ülkedeki paranın değerini o ülkedeki faiz oranı göstermektedir. Bu sebeple ülkedeki para talebinin fazla veya az olması faiz oranlarının da yükselip azalmasına sebep olur.  Merkez bankası kararı ile parasal genişlemeye gidildiğinde faiz oranları da aşağı doğru seyre geçer. Merkez bankaları faiz oralarıyla oynayarak dolaşımda olan parayı kontrol altında tutmaya çalışır. Aynı zamanda merkez bankasının bu kontrolleri fiyatların da aynı seviyede tutmayı hedefler.  Kısa ve açık anlatımıyla merkez bankası enflasyon ve deflasyonun bir krize dönüşmemesi için para talebini ayarlar. Para arızının arttırılmasına genişleyici para politikası adı verilirken para arzının kısılmasına daraltıcı para politikası adı verilir. Devam edecek….