Hep derim altın asla yatırım aracı değildir. Reel sektörüne destek veren ülkeler de asla böyle bir anlayış olmaz. Sadece banka sistemi içinde fon olarak durur. Türkler dünyada altın tüketiminde 3. sırada. Yastık altına gereksiz yere servet gömüyoruz. Hükümetin altınlarını bankaya getireceklere vereceği yıllık faiz olayına benim daha kesin bir önerim var. Darphane tasarruf amaçlı cumhuriyet altını basmasın. Bu arada hükümetin vereceği 6 aylık yüzde 1.6 veya 2.4 faiz döviz karşılığı faiz geliridir aslında. Çünkü altın dövizin oppositi olan bir yatırım aracıdır. Esnek kur olan bir ülkede ise bu kural çok saçma olur. Döviz artacak da altının değeri azalacakta. İyi de kuru zaten dış etkenler (kriz, fed kararı v.b) olmazsa belirleyen piyasadır. Dolayısı ile dünyada altın talebi artmadan veya doların değeri düşmeden altın artmaz. Kısaca vatandaşın bu altın saklama merakına bir son vermesi gerek. Yastıkaltında yatan 110 milyar dolarlık altını bankalara götürün. Ekonomiye katkınız olsun. Yatırım için alternatif çok.
Öte yandan, Türkiye’deki yastık altı altınlar rezervden sayılmıyor. MB, zorunlu karşılık oranının bir kısmını altın olarak tutar. Bankalarda altın fonunda yatırılan mevduatlar karşılığında altın olarak tutuyor. Bizim de 500 ton altınımızın 450 tonu bu yüzden İngiltere de. Yani uluslararası rezerv mevzuatı gereği. Rehin falan değil bu arada. Yani ticari bankalara deniliyor ki bu altınlar senin, ben el koymuş değilim, benim kontrolüm de değil. Dünya finans piyasalarına da deniliyor ki. Benim 450 ton altınım uydurma rakam değil. İste fiziki olarak İngiltere de, abartı yok, rakamlar doğru. Netice de güvenli kasa olarak düşünün. Pek çok ülke böyle yapıyor. Almanya bile İngiltere de tutar. Özetle, Türkiye de uluslararası rezerv mevzuatı yok. Zaten zorunlu karşılıklar gereği bulundurulan bir para sözkonusu. Yani merkez bankasına bankalar tarafından verilen emanet para karşılığı o altınlar. MB’ de İngiltere de tutuyor. Böylece MB’ sının ulus. rezervleri arasında gösteriliyor o altınlar ama kullanılabilir rezerv değil. Kullanılabilir rezerv farklı. 35 milyar dolar civarı şu an.
Bunlarla birlikte, bir düşünce kuruluşu olan Resmi Para ve Finansal Kurumlar Forumu (OMFIF) ile Dünya Altın Konseyi tarafından ortaklaşa yayınlanan bir rapora göre, dünyada birçok merkez bankasının bir süredir altın topluyor olmasının temel nedeni, gelecekte dolar ve euronun rezerv para sistemi içindeki ağırlığının azalacak olmasına inanmaları. Nitekim, TCMB dahil olmak üzere dünyada birçok merkez bankası rezervlerinin yarısından fazlasını dolar olarak tutuyor. Avrupa Birliği Merkez Bankası verilerine göre, doların dünya merkez bankalarında rezerv para olarak tutulma oranı son 10 yılda yüzde 70 seviyelerinden yüzde 64’e gerilemiş durumda. Aynı dönemde Euro’nun rezerv para olarak kullanılma oranı da yüzde 25’lerden yüzde 19’a gerilemiş durumda. Geriye kalan yüzde 15’lik dilim Japon Yeni, İngiliz Poundu ve Kanada ve Avusturalya doları arasında paylaşılıyor. Sahaya yeni giren oyuncu ise Çin Yuanı. Öte yandan, altın tutulma oranında belirgin bir artış var. Yani dolara ve euroya karşı göreceli bir güven kaybı söz konusu. Altınlarının 3’te ikisini ABD ve İngiltere’de saklayan Almanya ve Avusturya, 2020’ye kadar, külçe altınlarını peyderpey geri çağırma politikası uygulayacaklarını açıkladı. Altınlarının büyük bölümünü İngiltere’de ve küçük bir bölümünü de FED’in kasalarında tutan Türkiye ise, fiziki altınları geri çağırma yönünde henüz bir politika ilanı yapmamış olsa da bu yönde bazı adımlar olabileceğinin ilk işaretini 2015 yılında verdi. TCMB, bankalardan topladığı altın bazlı zorunlu karşılık rezervlerinde biriken altının bir bölümünü Bank of England’taki emanet kasasında tutmak yerine Borsa İstanbul’un kasalarında tutmaya başladı.
Gelelim faiz konusuna. Faiz bir kere sonuçtur. Herhangi bir yatırım aracının faizi, reel faizden ve risk priminden+likidite priminden yüksek olmalıdır. Yoksa reel faizden düşük bir getiriye yani faize kimse para yatırmaz. Ülke risk primin yüksekse, bankaların fonlama maliyeti yüksekse ve enflasyondan arındırılmış reel faizin sıcak para gelsin diye özellikle yüksek tutuluyorsa faizlerde yüksek olur. Bu arada, kuru baskılayan lokal unsurlar arasında TCMB’nin siyasi endişelerle TL’nin sert değer kayıplarına karşın faiz adımlarını yeterince kullanmaktan çekinebileceği endişesi, faiz adımlarının kullanılması halinde siyasilerle yaşanabilecek gerilim ihtimali, Türkiye’ye tek yatırım yapılabilir notu veren Fitch’in bugünkü değerlendirmesi ile siyasi ve jeopolitik gelişmeler öne çıkıyor. Ayrıca düşük faiz tüketimi artırır tasarrufu azaltır bu da enflasyonu azdırır. Cari açıkta artar. Hop ödemeler dengesi bozulur. Borçlanma daha da artar. Faizler yine yükselir. Enflasyonu düşürmek için önce Ortodoks sonra Heteredoks para ve maliye politikaları uygularsın. Faiz de enflasyon ile birlikte düşer.
Bankaların mevduat toplama adına yüksek faiz yarışına girdiği bir dönemde, reel sektörün fonlamasını düşük faizlerden yapmasını bekleyemezsiniz. Politika faizinde direk indirime gitmenin de bir anlamı yoktur. Çünkü yapılacak indirimin reel kredi faizlerini düşürebilmesi için enflasyon beklentilerinde ve geleceğe dönük risk algısında bir bozulma yaratmaması gerekir. Birde yatırımların düşük olmasının temel nedeni sadece faizlerin yüksekliği sorunu mu? Ona da bakmak lazım. Nominal ticari faizler, sene sonu enflasyonundan yüksek olduğunda aradaki farka reel faiz diyoruz. Bu da bankaların aslında gerçek gelirleri olmakta ve bu da bizde çok yüksek değil. Bankaların mevduat toplama ve bunu kredi olarak vermeleri sürecinden bir kaydi para yaklaşımı vardır. Konuyu biraz daha açalım isterseniz. Bankalara yatan mevduatın bir kısmı bankalar tarafından MB’sına yatırılır. Bu oran yükselirse para arzu kısılmış olur. Yani daraltılmış para politikası araçlarından biri. Borç falan değil. Bankalara yatan para kredilere gittiği için kaydi para deriz. 100 lira yattı 10 lira MB’ sına gitti. 90 lira da tekrar kredi olarak verildi. O doksan lirayı alan tekrar bankaya yatırdı. 10 lira yine MB’ ye gitti. 80 lira kredi olarak verildi. Hesaplama böyle yapılır kaydi para da. Böylece bankaların ellerindeki paraları çok riskli olarak kullanmalarının biraz da önüne geçiliyor. Eskiden birde disponibilite vardı o kalktı. MB’sının hazineye kısa vadeli avans vermesi de kalktı. Yani karşılıksız para basma da kalktı. Yani enflasyonist bir durum yaratılması engellenmiş oldu.
Sonuçta, faizlerin düşmesi için önce uygulanacak genel politikalar ile üçüz açık; cari işlemler açığı, bütçe açığı ve tasarruf açığı dediğimiz açıkları en aza indirmek, (Türkiye ekonomisi 2012 yılında, özel kesim dengesi açığı, bütçe açığı ve cari açıkla karşılaşarak üçüz açık yaşamıştır. Üçüz açık genellikle iç tasarrufları yetersiz olduğu halde potansiyelinin üzerinde büyümeye çalışan ekonomilerde ortaya çıkıyor. Üçüz açık bir ekonomi için her türlü krize açıklık anlamına gelir.) faiz dışı dengeyi tutturmak, tasarrufları artırmak, döviz fazlalığı yaratmak gibi bir durumumuz olması gerekir. Yüzde 4 veya 5 gelişmekte olan ülkeler için uygun bir enflasyon rakamıdır. Buna göre de yüzde 7 veya 8 de uygun faizdir. Şu an bizde MB’sının ortalama fonlama maliyeti yüzde 11 civarında. Tekrar edeyim önce enflasyon düşürülür. Sonra da faiz düşürülür. Türk lirasının maliyeti üzerinden gerçekçi bir para politikası sürdürülür. Dahası, Türkiye’de yatırımların canlanmasını istiyorsak faiz indirimlerinden daha çok hukuk düzeni, vergi reformları, merkez bankası bağımsızlığı gibi uzun vadeli istikrar ve güven sağlayıcı tedbirler almamız gerekmektedir. Enflasyonu düşürmeden faizin düşmesi yani genişletilmiş para ve maliye politikası uygulamak para arzını artırır ve tüketimi artırır. Bu ikisi de enflasyonu uzun vade de çok artırır. Olay bu.