VEBLEN’ İN KURUMSAL EVRİM TEORİSİ VE 1980 SONRASI TÜRKİYE’ DEKİ TOPLUMSAL DEĞİŞİM...

20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olan Norveç asıllı Amerikalı iktisatçi Veblen ortaya attığı “kurum” kavramı ile farklı bir perspektiften toplumsal olayları ele alarak “alışkanlık” ve “içgüdü”  kavramları ile toplumsal evrimi tanımlamıştır. Veblen ayrıca, “kurumsal evrim teorisi” ile toplumu bireyin mi yoksa bireyin mi toplumu etkilediği sorunsalını kurumlar ve bireyler bağlamında araştırmıştır. Bu bağlam da Veblen, ekonomik yapıyı ve ekonomiyi bir bütün olarak incelemiş ve toplumun en küçük yapısı olan bireyin toplumsal etkilerden, içgüdülerden ve alışkanlıklardan bağımsız olarak incelenmemesi gerektiğini belirtmiştir. 

1980 askeri darbesi sonrası Türkiye’de de toplumsal yaşantı ve bireyler, siyasal islam düşüncesi doğrultusunda ciddi şekilde evrimleşmeye başlamıştır. ABD’ nin ılımlı islam ve yeşil kuşak dayatmaları ile şekillenen bu yapısal dönüşüm ile insanlar cumhuriyet sonrası benimsedikleri ve bir sosyal tavır haline getirdikleri seküler yaşam, zihniyet ve buna dayalı olarak sergiledikleri alışkanlıklar ile siyasi tercihlerinden soyutlanmak istenmiştir. Kamu veya özel her kurumda ve toplumsal dayatma halinde özellikle de eğitim ile medyadan başlayarak ve çeşitli subliminal yöntemler ile empoze edilmeye çalışılan bu dönüşüm sonucu da sol partilerin oy oranları gittikçe azalmıştır. Özellikle de kırsal alandan gelip kent modernleşmesine karşı gelenekselliği ve islami yaşam biçimini bir tepki olarak ileri süren geniş kitleler içinde dayatılan bu yeni sosyolojik olgu iş hayatında, aile yaşamında ve sosyal çevrelerde kendisini zıtlığın göstergesi olarak kabul ettirmiştir. 

Bunlardan başka, T. Veblen, kurumu “belirli bir dönemde yaygın olarak kabul edilen düşünce ve davranış alışkanlıkları” olarak tanımlamaktadır. Veblen’in “Kurumsal Evrim Tteorisi’ne”     göre toplumun değişimi, toplumsal düşünce ve alışkanlıklarındaki değişime bağlı olarak farklılaşır. Bireyler böylelikle hem kültürel yapıdan hem de toplumdan etkilenmektedirler. Kurum kavramının ortaya çıkabilmesi içinde belirli bir topluluğun etkileşim içinde bulunması gerekmektedir. Bu etkileşim içinde bulunan kişilerin düzenli olarak tekrarladıkları belirli davranışların varlığı ise en önemli husustur. Buradaki, alışkanlık eylemi ise ilk olarak bireysel düzeyde daha sonra kolektif düzeyde insanların çeşitli durumlarda nasıl düşünmeye ve davranmaya eğilimli olduğunu belirleme işlevini görmektedir. 

Yukarıdaki paragraftanda anlaşılacağı üzere 1980 sonrası Türk insanının yaşam biçiminin şekillendirmesi üzerine ciddi bir toplumsal mühendislik uygulanmıştır. Dinsel dogmalar, tabular ve bidatlar çerçevesinde dayatılan bu anti-laik uygulamalar ile Türk insanının düşünce biçimi, davranış şekli farklılaştırılmış ve siyasi tercihleri de böylece sağ partiler lehine değiştirilmiştir. Böylece günümüz Türk toplumu Veblen’in analizinde olduğu gibi zorla dayatılan düşünce alışkanlıklarının bir toplamını yansıtmış ve kurum bireylerin eğilimlerini, tercihlerini ve değerlerini biçimlendiren önemli bir unsur haline gelmiştir.

Veblen ayrıca alışkanlıkların bir grubun ya da sosyal yapının ortak bir parçası olduğu zaman rutinlere ya da geleneklere dönüştüğünü, bir toplumdaki yaygın düşüncenin de alışkanlıklar olabileceğini vurgulamıştır. Bu alışkanlıklarında genellikle toplumun temel kurumlarında bulunduğunu ve neyin yapılmasının iyi neyin yapılmasının kötü olduğu konusunda toplumdaki kanaati yansıttığını söylemiştir. 

Bu çerçevede ise özelikle son yirmi yıldır iktidarda bulanan siyasal islamcı bir parti olan AKP döneminde toplumsal değerler dini olgularla sorgulanmış ve islami yaşam veya düşünüş cazip hale getirilerek, “müslüman olma” reteoriği altında her düşünce sorgulanmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimi, türban, kayıtlı öğrenci sayısı bir milyona yaklaşan imam hatip mevzusunda bile karşı siyasi görüşten olanların inançları ve islama bakış açıları sorgulanmıştır. Böylece amaçlanan, Veblen’inin de belirttiği gibi toplum tarafından kabul edilen yaygın düşünce alışkanlıklarının yönlendirmesiyle toplumda iyi olarak kabul edilecek hareketlerin yaygınlaşmasını, toplumda kötü olarak kabul edilecek davranışların ise sınırlandırılması işlevini uygulamak olmuştur.  Siyasal İslamcı kesim bunu da hak ve batıl kıyaslaması ile pratiğe dökmüştür. 

Veblen toplumsal evrimi “toplumun tabiatının ve düşünce alışkanlıklarının, toplu yaşam  koşullarının  baskısı  altında,  seçici  bir  şekilde adaptasyona uğrama süreci” olarak tanımlamaktadır. Buna göre, eğer belirli bir eğilim ya da bakış açısı toplumsal açıdan itibarlı hale geldiğinde toplumun düşünce alışkanlıklarını şekillendirecek ve bireylerin eğilim ve isteklerinin gelişmesini yönlendirecektir. Kabul gören düzenin gerektirdiği yöntemlere uygun düşmeyenler ise toplumdan dışlanacaktır. Tam da buna uygun bir şekilde karşıt fikirler, siyasi görüşler, yaşam biçimleri 1980 sonrası toplumumuzda yavaş yavaş zararlı, kötü ve hatta istenmeyen veya islam dışı diye saldırılara veya tenkitlere maruz kalmıştır.

Diğer yandan, siyasal islamcı etkinliklerin sürekli olarak tekrarlanması ve toplum içinde alışkanlık ya da kural biçimine dönüşmesi bireylerin faaliyetlerini hem biçimlendirmiş hem de toplumsal yaşamlarını kısıtlamıştır. Akabinde aile, çevre ve toplumsal baskı tüm değerleri var olana uygun olan veya olmayan veya ahlaka mugayir şeklinde sorgulamaya başlamıştır.  Böylece Veblen de olduğu gibi belli bireysel etkinlikler kümesi, toplumsal düzeyde, yeni kurumlar olarak genel kabul gören belli düşünce alışkanlıkları oluşturmuştur.

Veblen’e göre bireyler aynı zamanda belirli düşünce kalıpları içinde sosyal ve ekonomik çevreleri tarafından da koşullandırılmışlardır. Çünkü insan davranışlarının gerisinde düşünce alışkanlıkları, düşünce alışkanlıklarının gerisinde ise içgüdüler bulunmaktadır. Veblen’in burada insan davranışlarının gerisinde yatan neden olarak gösterdiği düşünce alışkanlıkları kurumlardan başka şey değildir. Yani insan davranışlarını kurumlar yönlendirmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin son yıllarda tecrübe ettiği siyasal rejim değişimine uygun olarak Türk toplumu, kurumlar aracılığıyla yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Çünkü insan davranışları insanın doğuştan sahip olduğu bir takım doğal eğilimler ve toplum içinde edindiği alışkanlıklar tarafından belirlenir. Bu alışkanlıklara bağlı olarak insanın düşünme biçimi ve eylemleri de zaman içinde değişir. 

Son olarak, Veblen’in, 1899 yılında yayımlanan “Aylak Sınıf Teorisi” adlı eserinde olduğu gibi Türkiye’ de de siyasal islamcı rejim ile birlikte, rant peşinde koşan din sömürüsü ile birlikte zenginleşen farklı bir aylak sınıf oluşmuştur. Yandaş olarak nitelendirilen bu kişiler devlete ait yasal ve sosyal kurumların sağladıkları avantajlar sayesinde haksız yüksek gelirler elde etmektedirler. Din sömürüsünü çok iyi kullanan bu yarı lümpen ve burjuva özentisi AKP’li yeni zenginler özünde arabesk yaşam tarzlarının, sözde müslümanlıklarının getirdiği ahlaki çözülmenin toplumu ne kadar dejenere ettiğinin ve zarar verdiğinin farkında değillerdir. Siyasal İslamcı rejimin bu sahte demokratları, aslında demokrasiyi bir araç olarak kullanarak, tek başına iktidarda olmanın getirdiği yasama yürütme ve yargı üzerindeki baskı ve sivil vesayetinin her alanda gösterdiği pespaye kural tanımamazlığı ile yağmacı ve barbar alışkanlıklarını kurumsallaştırmaya çalışmaktadırlar. Ama Türk toplumuna ait olmayan bu Arap ve Fars zihniyeti özentisi çağdışı her uygulama ve yaşam biçimi zamanla yok olup gitmeye mahkumdur.